1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatının 1889'daki Paris Kongresi'nde, yılın bir gününün dayanışma amacıyla işçilerin ortak bayramı ilan edilmesi ABD'li sendikacıların önerisi üzerine kararlaştırılmıştı. İşin acı yanı ise bugün dünyaya vahşi kapitalizmi acımasızca dayatan da ABD ve batılı yardakçıları değilde nedir?
Emeğin ve emekçinin değerini ancak yaşadığımız gerçeklikte emeğin emekçinin neo-liberal politikaları savunan ve uygulayan AKP iktidarında da ne yazık ki hiçbir kıymeti yok.
Emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü, dünya üzerindeki pek çok ülkede, resmî tatil olarak kabul edilmektedir. Türkiye'de ise ilk kez 1923'te resmî olarak kutlanmıştır. Yine Türkiye, OECD üyesi ülkeler içinde en düşük sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi kapsamına sahip ülkelerden biri olduğuna da dikkat çekmek istiyorum. OECD verilerine göre 2017 yılı için sendikalaşma oranı yüzde 8,6. 2016 yılı toplu iş sözleşmesi kapsamı ise yüzde 7 olan Türkiye bu oranlarla OECD ülkeleri arasında da son sıralarda yer alıyor. Sendikalaşma oranı en yüksek ülke hangisi diye baktığımızda,
İzlanda yüzde 85,5 ile sendikalaşma oranında ilk sırada yer alırken; onu yüzde 67,2 ile Danimarka; yüzde 66 ile İsveç takip ediyor. Bu rakam Türkiye’de yüzde 8,6 olması ise ülkenin emekçi örgütlenmesi adına çok kötü bir durum olarak ortaya konulmakta.
EMEKÇİNİN ARTI-DEĞERİNE EL KOYULUYOR
Kapitalist ve emperyalist toplumun temel çelişkisi emek ve sermaye arasındaki çelişkidir. Bu sınıflardan sermaye diğerini sömürmekte ve emekçi sınıfı tarafından üretilen artı-değere el koymaktadır. Bu çelişki kapitalist toplumun altyapısında vardır; kapitalizm, bu çelişki sayesinde ayakta durmaktadır. Emeğin sosyal uzmanlaşması içinde, üretim sürecine yeniden başlanması için
gerekli olan şey metaların değişim ilişkisine girmesidir. Metaların paraya dönüştürüldüğü böyle bir eylem, saf ticaretin temel anlamı olarak tanımlanabilir. Sermaye ve destekçisi iktidarlar sendikaya karşı olduğunu basit bir denklemle ortaya koymak gerekirse; şimdiye kadar aşırı üretim baskısı işçiler üzerinde olumsuz etkiler yaratarak tepki göstermelerine neden olmuştur ve olmaya devam etmektedir. İşçilerin gösterdiği bu tepkiler grevlerlerle birlikte, sendikalaşmayı da beraberinde getirmiştir. Bunun sonucunda işçiler örgütlenme çabalarına girişmiş ve işçi sınıfı tam olarak oluşmaya başlamıştır. Örgütlenen işçi sınıfı karşısında baskın duruma geçmek isteyen sermaye sınıfı da sert yaptırım ve müdahalelerle sınıf çatışmasını ilerletmiştir. Greve gidilen iş yerlerinde patronlar; işçilerin üzerine grev kırıcıları göndererek grevleri önlemeye çalışmışlardır. Bu grev kırıcılar patronların emrinde çalışarak, fabrikalarda oluşan grevleri şiddet kullanarak bastırmakla görevlendirilmiştir. Bugün pandemi sürecinde, haksız suçlamalarla uygulanan, işverenin işçiyi ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranmakla itham ederek, kıdem tazminatı, işsizlik ödeneği gibi tüm haklarını elinden alarak işten çıkartmasına izin veren Kod-29’a dayalı işten çıkarmalara karşı işçileri birleşmeye ve haklarını geri almak için mücadele eden sendikaları saf dışı etmek için sendikasızlaştırma çabaları hala sürmektedir. Türkiye'de bu konuda birçok ilinde işçi ve emekçiler eylem yapmaktadırlar. Buna en çarpıcı örneği ise son günlerde yemek kuryeler olarak bilinen motorlu servis çalışanlarının sendika talepleridir. Emek ve sermayenin sınıf olarak çatışması kapitalist ekonominin temel yasası olan artı-değer kavramı ile doğrudan ilişkilidir. Bu konuda yalın bir örnek verecek olursak emek sermaye çelişkisini daha net bir şekilde ortaya koymuş oluruz. Bir deri mont fabrikasını ele alalım. Bu fabrika deriyi hammadde olarak satın alıyor ve deriyi mont haline getiriyor. Deriyi alırken yüz dolar ödediğini kabul edelim. Bu derinin alış değeri yüz dolar yani. Deri, fabrikadan mont biçiminde çıkarken, diyelim değeri iki yüz dolar. Ne oldu? Derinin değerine yüz dolar eklendi. Nasıl eklendi? Şimdi bunu inceleyelim. Sermaye ve emek birleşerek bu yüz dolarlık değeri ekledi. Sermaye fabrikayı, makineleri sağladı, bütün masrafları karşıladı. İşçi emeğini verdi. Sermaye ve emeğin ortak çabasıyla bu yüz dolarlık değer oluştu. Yüz doları emekle sermaye ortak ürettiklerinden, şimdi paylaşacaklar. Sermaye payına 50 dolar alıyor, işçi de emeğini ücret adı altında, kendi payına elli dolar alıyor. Her iki sınıfın da bu paylaşımdan alabileceklerinin en fazlasını istediklerini ve bunun üzerine çıkan anlaşmazlıklar çatışmaya neden oluyor. Kapitalizm içerisindeki bu ortak ürün paylaşma sorunu, sınıf çatışmasının temelini oluşturmaktadır.
İşveren ile oluşan sorunlar karşısında işçi kuruluşlarının, sendikaların genel olarak birlikte hareket ettikleri görülmüştür. İşçi ve sermaye sınıfı arasında geçmişten beri süren bu çatışmalara en son Fransa'da Sarı Yelekler gösterilerini örnek verebiliriz. Bu eylemler bugün üçüncü yılında. Cumhurbaşkanı Macron yönetiminin neo-liberal politikalarını protesto etmek için ülke genelinde sokağa çıkarken, başkent Paris'teki eylemde şiddet olaylarına da dünya tanık oldu. Yine İngiltere, Yunanistan ve birçok Avrupa ülkesinde zaman zaman emek sermaye çalışmaları sokaklara yansıyor ve haber oluyor. Bu eylemlerin temelinde hep emekle sermaye arasındaki çıkar çatışması yatmaktadır. Emekçi ve sermayedar var olduğu sürece paylaşma konusunda kavga da sürecektir. Sadece "türban" için özgürlük isteyen AKP iktidarı, sermaye birikimi dışında neredeyse hiçbir şey için özgürlük istemediği açıkça ortaya çıkmıştır. İşçinin ve emekçinin karşısında olan, ezmeye kalkan AKP, neoliberal politik anlayışı da iflas etmiştir. Sermayenin dünyasına karşı emeğin dünyasını; sömürünün ve köleliğin dünyasına karşı kardeşliğin ve özgürlüğün dünyasını savunan yüzbinler, dün öfkelerini umuda çevirmek için, hep bir ağızdan “Artık Yeter” demek için 1 Mayıs'ta meydanları daha kalabalık bir şekilde dolduracaktır. 1 Mayıs barış, demokrasi, özgürlükler ve güvenli bir gelecek için mücadele günüdür. Sermaye tarafından emekçinin ürettiği artı-değerine el konulmasına karşı çıkan işçiler, üretenler, kadınlar, emek güçleri paylaşımcı anlayışları yüzünden bu mücadeleyi kazanacaklardır.