Başlıktaki rakamı yazma nedenim iktidar kulislerinde dolaşan rakamın 4 bin lira civarı olduğu yönündeki iddialardır. Yoksa yerine DİSK’in önerisi olan 5200’ü ya da HKP tarafından dile getirilen ve yanılmıyorsam şu ana kadar önerilen en yüksek rakam olan 10 bin TL’yi de yazabilirdim. Çünkü Türkiye’nin içine girmiş olduğu bu yapısal kriz maaşlara yapılacak zamlarla aşılacak bir kriz değil. Elbette evine ekmek götüremediği için “tavuklarıma yedireceğim” diye kuru ekmek toplayan bir emekçi için maaşına yapılacak 1000 TL’lik bir zam çok şey ifade eder. Ancak bilinmelidir ki içinde bulunduğumuz kapitalist krize radikal bir şekilde müdahale edilmezse maaşlara yapılacak zamlar en fazla 2-3 aylık bir rahatlama sağlar ve sonrasında emekçiler daha büyük bir yıkımla karşı karşıya kalır.
Emperyalizme bağımlı bir ülke olarak ekonomisini buna göre düzenleyen Türkiye 1950’den bu yana her 20 yılda bir bu tarz krizlere girmekte ve bu krizlerden çoğunlukla da darbeler eliyle ve fatura emekçilere ödetilerek çıkılmakta. Aslında iktidarın bugün yapmaya çalıştığı şey de bu. AB hedefiyle çıkılan yolda istikametin Çin’e çevrilerek ucuz ve baskılanmış bir emek rejimiyle bu krizi de atlatmak. MGK bildirisiyle, bu “yeni” ekonomi politikasına muhalefetin bir milli güvenlik sorunu olarak ele alınacağının ilan edilmesi de adı konulmamış bir darbe rejimine göz kırpıldığını gösteriyor. Zor aygıtını devreye sokmadan son adım olarak da ücretlerde bir rahatlama ve akabinde de muhtemel bir erken seçimle konumu iyice sağlamlaştırmak iktidarın yakın vadeli hedefi. Asgari ücret açıklaması bu açıdan iktidarın elindeki son kozlardan birisi.
Buna karşılık Millet İttifakı’nın oluşturduğu “resmi muhalefetin” yaptığı ise emekçilere sandığı beklemelerini vaaz etmek, sokağa akışı engelleyemediği noktada kontrollü mitingler ve TÜİK ziyareti gibi hamlelerle emekçilerin tepkisini kendi havuzuna akıtmaya çalışmak. Mevcut ekonomik krizden nasıl çıkılacağı noktasından ise 2002-2010 AKP’sinin yaptıkları dışında henüz somut bir öneri duymadık. Millet İttifakı’nın ekonomi bakanı gibi davranan Babacan sürekli kendi dönemini överek aslında Millet İttifakı’nın çözümünün ne yönde olacağını işaret ediyor. Ancak Babacan’ın kaçırdığı bir nokta var ki dünya kapitalizminin bugünkü ihtiyaçlarıyla 2010’daki ihtiyaçları aynı değil. Uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda sıcak para girişi sayesinde artan iç tüketim olanağını kendi başarıları gibi göstermeye çalışsalar da bugün iktidara geldiklerinden benzer bir politika izleyemeyeceklerini kendileri de çok iyi biliyorlar. Çünkü ekonomi Erdoğan yönetiminin iş bilmezliğinden, liyakat eksikliğinden, finans çevreleriyle arasının bozulduğundan dolayı ya da yandaşlarının iddia ettiği gibi yedi düvele savaş açtığı için değil tam tersine Babacan dönemi de dahil olmak üzere AKP iktidarının 20 yıldır emperyalizmin her istediğini tam olarak yaptığı için krize girdi.
Bu noktada emekçiler açısından, iki ittifakın ekonomi politikalarının dışında bir ekonomi politika oluşturulması zorunlu. Bu iki odaktan da emekçiler lehine bir sonuç çıkma ihtimali maalesef yok. Bu yüzden son günlerde yapılan tartışmalardan da gördüğümüz üzere halkta yoğun bir beklenti olduğu ortaya çıkan 3’üncü ittifakın (Halk İttifakı) bir an önce oluşturulması gerekiyor. Ve bu ittifakın ilk yapacağı işlerden birisinin de kapitalist yaklaşımları tamamen reddeden krizin yükünü emekçilere değil burjuvaziye yükleyen ve Türkiye ekonomisini emperyalizme bağımlı olmaktan çıkaran bir yeniden inşa programını acilen açıklayıp bu yönde mücadeleye başlaması olduğunu düşünüyorum. Yoksa bu seçeneksizlik ortamında emekçilerin kısa süreli rahatlamalar için yeniden iktidarın peşine takılmalarını beklememek çok gerçekçi olmaz. “Cumhur ittifakı kapitalizmine” karşı “Millet İttifakı kapitalizmi” değil gerçekçi bir sosyalizm seçeneği artık yüksek sesle dile getirilmelidir.