Çiğli Belediyesi’nde örgütlü olan DİSK Genel İş sendikası 8 nolu şubenin başlattığı grev 6. gününde tartışmalar ve tepkiler eşliğinde sona erdi. “Muhalefet” partilerine ait bir belediyede “muhalif” sendikaların yaptığı eylemlerde / grevlerde yaşanan çarpık sendikal ve siyasal durumları bir kez daha net bir şekilde gösteren bu grevle ilgili biraz uzunca notlar halinde bir değerlendirme yapmak istiyorum.
* Öncelikle İstanbul’daki CHP’li belediyelerde ve İzmir’deki metro grevinde ortaya çıkan “sıkıysa gidin AKP’li belediyelerde grev yapın” ya da “grev yapmanın sırası mı bu grev AKP’ye yarar” tarzı apolitik değerlendirmelere tekrar değinmek gerekirse işçi sınıfı bir mücadeleye başlarken karşısındaki patron ya da idareci kim olursa olsun ona kimlik sormaz. Patron ya da idarecinin solcu ya da sağcı olması onun sömürü ve çalışma koşullarında bir değişiklik yaratmıyorsa –ki genelde yaratmaz- işçi karşısında solcu ya da sağcı bir insan değil bir sınıf karşıtını görür. Burada sorulması gereken doğru soru “solcu patrona/idareciye karşı eylem mi yapılır ?” değil “solcu idareci işçinin eylem yapmasına neden olur mu ?” olmalıdır.
* Muhalif belediyelerin (CHP-HDP) çoğunda DİSK / Genel İş ve Tüm Bel Sen gibi mücadele geleneği olan sendikaların örgütlenmesine belediye yönetimlerinin destek olmasalar bile köstek olmamaları belediye yönetimi ile sendikalar arasında arızi bir durumu ortaya çıkarıyor. Genellikle bu sakat doğumdan kaynaklı olarak buralarda örgütlenen sendikalar işçinin ve emekçinin gücüne dayanarak var olmaktansa bir nevi “minnet” ilişkisi geliştirerek belediye yönetimleriyle iyi geçinerek var olmayı bir taktik olarak benimsiyorlar. Bu duruma belediye başkanının ve sendika yöneticilerinin aynı siyasi partinin üyesi olması da eklenince mesele iyice girift hale geliyor. Bu arızi vaziyet “grev” gibi açık sınıf çatışmasını gerektiren eylemler söz konusu olunca kafaların iyice karışmasına neden oluyor. Bu grift siyasi ilişkilerin arkasına sığınan Çiğli Belediye Başkanı Utku Gümrükçü açlık sınırının altında ücret teklif ettiği işçilerin greve gitmesini kendisine yönelik CHP içi bir siyasi komplonun parçası olarak niteleyip karalama cüretini gösterebiliyor mesela. Ya da belediye başkanlarının da bir işveren olduğu gerçeğini es geçen sendika yönetimleri mücadeleyi yükselterek işvereni masaya oturmak zorunda bırakmak -mesela diğer ilçelerde çalışan Genel İş üyesi işçileri desteğe çağırmak- yerine yine bir işveren olan SODEMSEN (Sosyal Demokrat İşverenler Sendikası ) yöneticisi Tunç Soyer’i arabulucu olarak desteğe çağırabiliyor. Tunç Soyer emekçi haklarına duyarlı bir belediye başkanı olabilir. Ama bir sendika mücadele stratejisini son tahlilde bir işveren olan bir kamu idarecisini merkeze alarak yürütemez. Çünkü her zaman bir Tunç Soyer bulamayabilirsiniz.
*Strateji çarpık kurulunca sonucun da işçilerin en azından bir bölümünü memnun etmemesine şaşırmamak lazım. Belediye başkanları aracılığıyla kotarılan bir sözleşmenin önceliğinin işçiler değil belediye olması da bu bakımdan son derece anlaşılır. Resmi enflasyon oranlarının yüzde 60’larda, muhalefetin -ki içinde CHP de var- dillendirdiği gerçek enflasyonun yüzde 150’lerde olduğu bir ortamda yıllık yüzde 30-40 arası bir artışın hem de insanlar 3 ay sonrasını göremezken 3 yıllık olarak imzalanmasının işçi sınıfı çıkarları açısından izah edilebilir bir yanı yoktur. Bu açıdan bakıldığından bir TİS başarısından söz etmek işçilerin aklıyla dalga geçmekten başka bir anlama gelmemektedir.
*Sözleşmeye tepki gösteren işçilere hitaben konuşan Şube Başkanı Deniz Şahin Gümüştekin’in “Sözleşmeyi şubenin değil genel merkezin imzaladığı” yönündeki ifadeleri ise sorunun bir başka sorunlu boyutunu ortaya serdi. Ülkeye demokrasi getirme iddiası ve mücadelesi içinde olan sendikaların kendi iç demokrasileri konusundaki sıkıntılar bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu.
TÜRK İŞ’in tamamen iktidara teslim olduğu günümüzde DİSK tüm işçiler açısından hala bir umut olmaya devam ediyor. Ancak sendika genel merkezlerinin ise bu umudu büyütecek bir tavır içinde olduklarını söylemek ise oldukça zor. Mücadeleci sendika yöneticilerinin ve temsilcilerin görevden alınmasına kadar giden müdahaleler Çiğli örneğinde olduğu gibi işçilerin onayı alınmadan sözleşmeler imzalanması şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Sendika yöneticisi olmanın sağladığı imkânlardan yararlanabilmek çoğu zaman sınıf mücadelesinin çıkarlarının önüne geçiyor. Sendika yöneticileri de herkes gibi bir siyasi partiyi destekleyebilir, çeşitli siyasi gelecek planları yapabilirler ancak sınıf mücadelesi söz konusu olduğunda güdülmesi gereken tek siyaset sınıf siyaseti olmalıdır. İşçi iradesine ve gücüne dayanmayan bir sendikal anlayışın varacağı tek yer belediye seçimlerini kazanan partiye göre sendika değiştiren işçi kitlelerinin oluşmasına katkı sunmaktır. Bunun da ne sendikalara, ne demokrasi mücadelesine ne de işçi sınıfına ve ülkenin geleceğine ne ufak bir katkısı olmayacaktır.
*Çuvaldızları bol keseden sağa sola batırdıktan sonra küçük bir iğneyi de kendimize batırmamız gerektiğini düşünüyorum. İZ MEDYA grev sürecinde oldukça önemli bir rol üstlendi. Grevin ilk anından sonuna kadar alandan yapılan canlı yayınların yanında İZ GAZETE VE İZ TELEVİZYONU’ndaki haberler ve yorumlar ile gerçeği ilk elden tüm dünyaya duyurdu. Kısıtlı imkânlara rağmen genç muhabir arkadaşlarımız neredeyse 7/24 grev alanından haberleri sizlere ulaştırdılar. Ancak gazetemizde atılan bir başlık tüm bu olumlu durumu gölgelemese de ağızlarda kekremsi bir tat bıraktı. Grevin bitmesini “işçilerin Tunç Soyer’i kıramamasına bağlayan” ve durumu olumlu bir tınıyla yorumlayan haberin içinde gerçeklik barındırsa bile kurulduğu günden bu yana işçi ve emekçi mücadelesine desteğiyle bilinen İz Gazete’ye yakışmadığını düşünüyorum. Çünkü taraflar ne kadar iyi niyetli olursa olsun sınıf mücadelesinin işçinin işvereni kıramaması üzerine kurulu bir hal alması ve bunun olumlu bir durummuş gibi lanse edilmesi her şeyden önce yüzlerce yıllık işçi sınıfı mücadelesine bir haksızlıktır. Sendikaların yukarda bahsettiğimiz tavırları işçilerde böyle bir yanılsama yaratmış olabilir ancak bu olumlanacak ya da desteklenecek bir durum değildir. Sınıf mücadelesi iyi niyetlere yaslanarak verilebilecek bir mücadele olmadığı gibi Marx’dan ödünç alarak söylersek “cehenneme giden yollar da iyi niyet taşlarıyla döşelidir”.
NOT: Bu tartışmaya dair her türlü cevaba ve katkıya bu köşenin sonuna kadar açık olduğunu herkesin bilmesini isterim.