İzmir’de 3 Suriyeli mülteci genç işçi yakılarak öldürüldü. Güzelbahçe’de… İşçiydiler. Muhammed Bish, Ahmed Ali, Mamoun Nabhan. En küçüğü 17 en büyüğü 23 yaşında. Sorumlusu olmadıkları bir savaşın mağduru olarak kaçıp geldiler Türkiye’ye. Her türlü dışlanmayı, aşağılanmayı, sömürüyü göze alarak. Karın tokluğuna çalıştırıldıkları halde memleketteki yoksulluğun nedeni olarak bile gösterildiler. Linçlere maruz kaldılar. Ahırdan bozma barakalarda yaşam mücadelesi verirlerken bir gece uykularında katledildiler. Rahat bir döşekte uyumanın rüyasını görüyorlardı belki de. Belki de rüya göremeyecek kadar yorgundular. Katil soğukkanlılıkla itiraf etti: Sadece Suriyeli oldukları için yakmıştı. Tam 35 gün önce... Ve İzmir’in göbeğindeki bu katliamı Londra’dan haber aldı İzmirliler bile. Merkezi Londra’da bulunan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi verdi haberi. Soruşturma bile açılmamıştı çünkü. Katil işlediği başka bir suçtan gözaltına alınınca bu suçunu da itiraf etmişti. Belki de mülteci katili olması, diğer suçları için ceza verilirken hafifletici neden sayılır diye ummuştur kim bilir… Jitem’den görev aldığını da eklemişti. Telaş içinde akli dengesinin yerinde olmadığı iddia edildi. Jitem elemanı mı değil mi henüz bilmiyoruz. Ancak tam da 90’lar karanlığının hem de aynı aktörlerle tekrar sahne almaya başladığı bugünlerde katilin Jitem’e sığınması oldukça düşündürücü.
Yüzyılın vurgununu yiyen, dolar hem yükselirken hem de düşerken birkaç kez fakirleşen halkımızın pek ilgisini çekmedi bu ırkçı katliam. Olay duyulduktan sonra da öyle yer yerinden falan oynamadı. Cılız birkaç ses dışında toplumun büyük bir kesimi kafasını başka yöne çevirdi. Resmi muhalefetin de değerli katkılarıyla oluşan mülteci düşmanlığı vicdanları sağır etmişti maalesef. Ayrıca daha “büyük” dertlerimiz vardı. Teoriye göre malımızı ve canımızı korumak için örgütlenmiş, asli görevi bu olan “devlet” tarafından tuzağa düşürülmüş ve biriktirdiğimiz üç beş kuruş da elimizden alınarak yandaşlara ve burjuvaziye aktarılmıştı. Bizlere tuzak kurup cebimizdeki üç beş kuruşu da çarpan cin nebati “el” ile Güzelbahçe’deki gençleri yakan katilin “elinin”, her ikisinin de aslında kapitalist sistemin “görünmez eli” olduğunun henüz farkında değiliz maalesef. Bu “iki el” arasındaki bağlantıyı kurmasını beklediğimiz muhalefetin hali ise aslında her şeyin özeti: Millet İttifakı, bırakalım bu bağı kurmayı mülteci düşmanlığı üzerinden iktidarın değirmenine su taşımakla meşgul. Emekçilerin kurtuluşunun sınıf kardeşliğinden geçtiğini savunan güçler ise henüz bir araya gelip 3.ittifakı kurabilmiş değiller. Hal böyle olunca da ev sahibi ya da misafir fark etmeksizin tüm emekçilerin malıyla ve canıyla sınandığı bir cehennemde var olma mücadelesi veriyoruz hep birlikte. Ve bu düzen “karanlık dostlarını” da sahaya davet ederek ve emekçileri birbirine düşman ederek varlığını sürdürmeye devam edebiliyor.
Aslında manzara çok net. Bir tarafta bizim aklımızın hayalimizin almayacağı paralar el değiştirip birileri servetlerine servet katıyor. Emekçilerin payına ise hangi milletten olursa olsun yoksulluk ve ölüm düşüyor. Ötesi bir yana, son bir ayda yaşananlar bile yoksulluğumuzun sorumlusunun kimler olduğunu bir kez daha açıkça gösterdi. Yanı başımızda ve üstelik bizden kötü koşullarda çalışan ve yaşayan mülteciler değil bu durumun sorumlusu. Sermayesi, hükümeti, medyasıyla bir blok olarak bu ülkeyi yönetenler…
O üç gencecik mülteci işçinin anısını yaşatmak İzmir Emek ve Demokrasi güçlerinin omuzlarında bir görevdir bundan sonra. Hem bu acının unutulmaması ve tekrarlamaması için bir “hatıra anıtı” yapılmasını sağlamak hem de Türk’ü, Kürt’ü, Suriyelisi demeden her milliyetten emekçinin omuz omuza verdiği bir sınıf mücadelesini örgütlemek.