Merhaba Mehmet Abi,
Yaza nazlanarak bakan bir ilkyaz ya da kışa hevesle koşan bir güz mevsiminde gibiyiz. Havaların ısınmayışı bir yana doğanın kızgınlığını yüklediği yağmurların da ardı arkası kesilmedi. Yine dere yataklarına kondurulmuş “modern kondu”lar yerle bir oldu. Yine evini barkını, hortuma sele kaptıran insanımız gözyaşını silecek kuytu bir yer aradı... Sahi, nerelere savruldu bu “cemre”ler bu yıl!.. Oysa hazirandayız. Ve ezberimizdedir, “Haziranda kiraz dalı/ Çocuklar uzansın diye/ Yere doğru/ Eğilir.”
Yağmurun yorgun anlarında atıyorum kendimi kiraz ağaçlarının duldasına... Geçen yıl diktiğim kirazın meyvesi avuçlarımda, dalıp gidiyorum “Nisan Haritası”na. Derinlerden bir türkü gibi sesleniyor çocukluğum: “Aç Kapıyı Bezirgânbaşı...” O küçücük, şirin mi şirin, iki derslikli okulumuzun bahçesinde, Atatürk büstünün, bayrak direğinin yanı başında dönüp duruyorum arkadaşlarımla... Suzan’la, Duran’la, Mehmet’le, Lütfiye’yle, Necla’yla... Kardeşim Osman da oyunda. “Aç Kapıyı Bezirgânbaşı...” Nasıl da çabuk tükeniyor teneffüs! Bitiremediğimiz için mi tadı damağımızda kalır oyunlarımızın Mehmet Abi?
Öğretmenimiz Süleyman Kılıç sesleniyor:
- Güzelmiş kütüphanen, aferin!
Zamantı çayının kıyısında kurulu, giriş kapısındaki tahta panoda Galip Naşit Arı’nın “Bozkırı baştanbaşa yeşille öreceğiz/ Tanrının geç kaldığı işi biz göreceğiz.” dizeleri okunan Pazarören Köy Enstitüsünden yani sizin kuşaktandı öğretmenim. Faruk Gürtunca’nın şiirini belletmişti ilkin: “Sen ne güzel bulursun/ Gezsen Anadolu’yu...” Yaşamıma şiirin sessizce sokuluşunda öğretmenimin payı büyüktür.
Bizdeymişiz. Söz zamanında anılır ya aylardan haziran. “Aç Kapıyı Bezirgânbaşı...” yıllarıma yaslanan kütüphanemi bir süre dikkatle inceliyor öğretmenim. Arada bir şeyler soruyor. Şiir bölümünde daha uzun kalıyor. Neden sonra sesleniyor:
- Mehmet Başaran’ın şiir kitapları yok mu sen de?
Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Cimi, Haşim Kanar’ın... kitaplarını birer birer alıp “okunmuş kitapları severim” inceliğiyle karıştırınca sizinkileri de görmek istiyor. Atılıyorum:
- Olmaz mı öğretmenim!
Sesimin ardına düşüp ilk elden “Meşe Seli”ni, “Günler Tuz Rengi”ni, “Koca Bir Troya Dünya”yı, “Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir”i uzatıyorum. Gülümsüyor:
- Öyle ya! “Mehmet” diye bakınca bulamadım.
- Başlarda ben de öyle sıralamıştım. Sonra Mehmet abinin -ta ilkokul birinci sınıfta başlamışlar ya “Başaran” demeye- “Başaran” imzasına uyup “B” harfine aldım.
“İda’nın pınarlarından, söylencelerinden, Türkmen güzellerinin edasından, damıttığı”nız şiirinize dalıp gidiyoruz epey bir zaman.
“Söğütler Ses Verince” ses veriyor sonra... Alıp beni söğütten düdükler çıkardığım yıllara götürüyor. Bilirim, siz de ustasıymışsınız bu işin! Derken ver elini Trakya, serilip giden Ege, ta Akdeniz... “Boydan boya kül rengi bir denizdir” gözlerimize dolan Marmara’da, Ege’de; sizin “zeytin ülkesi” dediğiniz. O “zeytin ülkesi”nde de epey bir zamandır azgın baltalar kol geziyor. “Kendini gençleştirmeyi bilen” güzelim zeytin ağaçlarının ağıtları duyuluyor hemen her karışını bildiğiniz bu coğrafyada.
Kısacası her gün yeni bir “tahta at oyunu”yla karşımıza dikilip sırıtanlar ne ölçü biliyor ne utanma! Geceler, gündüzler üstümüze doğrultulmuş tabancalar, tüfekler şimdi Mehmet Abi. Hüznün, kederin, bungunluğun yanında en başta isyan fışkırır içimizden... İsyan, yeter kan ağlayan yürekleri ışıtmaya.
Sevgili Mehmet Abi,
Size bunları yazarken çınladı bilgisayarım. Sekiz yıl önce tanıştığımız Bilal Bingöl -öyle yazmış-, düşmüş işte aklına, iki şiirini ulaştırdı “facebook” marifetiyle. “Anasını Seçtiğimin Çocukları” şiirini “kanıyla failini yazan kadın geliyor birden aklıma/ bir kadın mesela kanıyla failini yazmaz/ bir kadın mesela kanıyla failini yazarsa/ yazılacak hiçbir şiir hiçbir kâğıtta barınamaz” dizeleriyle bitirmiş!
“Herkesin kendi dilinin söylediği, anasının sütündendir. Analar bize dilimizi de emzirir...” diyorsunuz ya, kadınlarımıza yönelik bu bitmeyen düşmanlığı hangi ana sütü barındırır ki!
Haklısınız, “çakalların gölgesinin aya düştüğü” günlerdir yaşadığımız, biliyorum.
Sizin çarığınızı yitirdiğiniz tarladan benim yeni alınmış ayakkabımın tekini bıraktığım evimizi de yutan baraj inşaat alanına uzanıyorum. Arkadaşlarım da oradalar. “Aç Kapıyı Bezirgânbaşı...” diyorum. Kimse duymuyor beni! Oysa daha anlatacaklarım vardı...
........................
Mehmet Başaran (öğretmen, şair, yazar/ 25 Nisan 1926-27 Haziran 2015)
Arif Damar
“Nisan Haritası”, Mehmet Başaran, şiir, Varlık Yayınları, Temmuz 1960, İstanbul
Akt. Refet Özkan, “Kar Yazın Sanat Kültür Dergisi”, Mart-Nisan 2009, sayı 20
Bülent Güldal, agd, s.14-15