Merhaba Tahsin Abi,

Elli yıl var ki unutamadığım kentlerin en başında durur senin Elbistan’ın.

İlk diploma cebimde, varıp yerleştiğimiz Ankara’dan ilk çıkışımdı. Hem de bir başıma, bir de başımda esen gençlik yelleri! Sürücünün arkasındaki koltuktayım. Yolu görürsem, sanki ben direksiyon başındayım, kazasız belasız varacağız menzile. Bir de aklıma yazmak var gelip geçtiğimiz yeri yöreyi.

Molada da yakın oturuyorum kaptanlara. Beyaz ayran istiyor kaptanın biri. Ayran beyaz zaten, bu vurgu niye? Unutmuyorum bunu. Birkaç yıl sonra çözeceğim o gün o kaptanın aslında ne istediğini.

Kuşluk vakti varıyoruz Elbistan’a. Ahmet karşılıyor terminalde, liseden “yatılı” arkadaşım. Amcası çay ocağı işletiyor işlek bir yerinde kasabanın. “Usta, demli bir çay!” diyenin “yabancı” olduğu biliniyor. Çay “çıkınca” sıradan veriliyor herkese. Bir “delisi” var kasabanın. Belli saatlerde görünüyor. İkisi dizinde bardakların, biri bir numara tıraşlı kafasında; üçünü birden içiyor. Döktüğünü gören olmamış. Arada, bir krem kutusu çıkarıyor kuşağının arasından. Parmağının ucuyla o ne olduğunu bilmediğim şeyi, alt dudağıyla dişlerinin arasına sürüyor. Canı isterse konuşuyor. “Ne o?” diyorum, “Ot! Atiym arada...” diyor. “Ne işe yarıyor?” diyorum, elimdeki sigarayı gösteriyor, içiyorum o zamanlar, “O ne işe yarıyor? Aynı şey.” diyor gülerek. O ara biri sesleniyor kapı aralığından: “N’otiyng ede?” Bizimki “Ot atiym.” diyor. Öteki, otlakçı anlaşılan: “Bi’ti ver ben de atiym!” deyince gülüşüyorlar. Bizimki kutuyu uzatıyor.

Kısa sürede kavrıyorum yerel ağzı. Farklı ağızları, söyleyişleri bilmek hoşuma gidiyor. Bunun da ilkin orada farkına varıyorum.

Genç ömrümde içtiğim çayların en güzelini demliyor Ahmet’in amcası... Avuç içi bir yer. Herkes herkesi tanıyor. Afşin-Elbistan Santrali yok daha ortada. Havası temiz, suyu da... Gösterimde hep iyi filmlerin yer aldığı Dilek Sineması’nı, vardığımın haftasında yakacak birileri. Ve karışacak ortalık birkaç gün.

Hani senin, “Benden söz etmemi istediğin Elbistan bugün yok. Bir Elbistan var kuşkusuz, benim yaşadığımdan dört kat daha büyük... ama aynı Elbistan değil.” dediğin o yığış yığış kente var daha. İnsan sıcağı dolaşıyor sokaklarda. Çocukların, daha okula başlamadan, yapraklarını dökmüş olsalar bile ağaçları, cümle otu, börtü böceği adıyla sanıyla bildiği yıllar.

Bütün bunları seni 2003’te, İzmir’de ağırladığımız etkinliğin akşamında anlatmıştım sana.

Çok değil elli yılda, meyveyi sebzeyi yalnızca tezgâhta görmüş, ağacın toprağın kıymetinden habersiz kuşaklar yetiştirdi egemen akılsızlık!

***

Bazı kitapları döner yeniden okurum diyorsun ya Tahsin Abi, adını ezber ettiğim o yıllarda ben de öyle yapıyordum. Jane Eyre’i birkaç kez okumuştum. Hâlâ saklarım o yıpranmış haliyle. Sonra Andersen çevirilerin. Goriot Baba da unutulmazlarım arasındaydı.

Yıllar içinde nasıl da çoğaldı kütüphanemizde adını, imzanı taşıyan kitaplar!.. Yalan’ı, bir çırpıda, kimi işlerimi öteleyerek okuduğumu bugün gibi anımsarım. Ne çok karıştırmıştın kafamı! Denemelerinin de (Hele o Salaklık Üstüne Deneme yapıtın!) yeri ayrıdır bende ne ki en çok uzun öykün Komşular’ı ve aynı adı taşıyan kitabını sevdiğimi yinelemeliyim. Bir tek “ve” bağlacına olsun yer vermeden kaleme aldığın Haney Yaşamalı’yı da anmalıyım. Bunu da söylemiştim o akşam.

İlginç bir rastlantıdan daha söz etmeliyim Tahsin Abi!

Görünmez Adam adlı ırmak söyleşi için Kaan Özkan’ın sorularını yanıtladığında 67 yaşındaymışsın. Kaan’ın, “Siz kendinizi yaşlı biri olarak görüyor musunuz?” sorusuna, “67 yaşında kendini yaşlı olarak değil de ne olarak göreceksin?” karşılığını veriyorsun. Yanıtın devamında, bu ilk sözlerde yüklü kederi kapı dışarı eden şeyler söylüyorsun, biliyorum.

“Rastlantı” mı? Bu satırları size 67 yaşında yazıyorum.

***

Tahsin Abi,

Senin, “Bugün Türkiye’de çoklarımız yerinden savrulmuş, ortada kalmış insanlarız, bildiğimiz yerleri sürekli (hem de kötü bir biçimde) değiştirdikleri için tutunacak bir yer bulamıyoruz.” deyişini birileri sanki tersinden anlamış gibi. Binlerce öğrencinin anısına aldırmadan her gün bir okul yıkılıyor, bir sokak bozuluyor, tarih kokan bir yapı yakılıyor.

Kimin anısı, kimin geçmişi kimin umurunda? Çünkü “...alabildiğine kaba, gülünç, maskaraca bir dünyada yaşıyoruz.

Ne mi yapmalı?

Direnmenin bir yolu da benimsemediğiniz, karşısında direndiğiniz şeyi yazmaktır.

Beş yıl sonra bunlar düştü işte aklıma.

........................

Tahsin Yücel (akademisyen, çevirmen, dilbilimci, eleştirmen, yazar/ 17 Şubat 1933-22 Ocak 2016)

Görünmez Adam “Tahsin Yücel Kitabı”, Söyleşi: Kaan Özkan, İş Kültür Yayınları, Mart 2001, İstanbul