Merhaba Sevgili Ahmet,¹
Bugün 8 Şubat; sen 63 oldun, Ahmet Erhan Hatıra Evi bir yaşında. Eşin Hacer’in isteğiyle sevgili arkadaşın Murat Koçak kotardı. Açılışında Ahmet Telli, C. Hakkı Zariç, Halim Şafak, Özcan Karabulut sana seslendiler, seni söylediler.
“Sana artık Ahmet Erhan diyorlar” demiştin. “Yeryüzü aşkın yüzü” olduktan sonra da böyle bilineceksin. Çünkü hüznüne, direncine attığın imzadır da Ahmet Erhan.
“Her şeyi anlatmak gelir içimden...” Senden kalanları kucaklayıp oturdum pencere yanına. 15 Nisan 1993, Sevda Şiirleri/ Zeytin Ağacı’nı imzalarken bu tarihi düşmüşsün “içtenlikle, dostlukla” notunun altına. Kent, yok! Ben de yazmamışım aklıma. Neler konuşulduğu da... “Sen yollara yürürsen, çiçekler de yürür/ Şaşarım gülüşünün ardından güneş doğmazsa/ Bir çocuk, kapıları kırıp kırlara koşmazsa/ O ufuk çizgisinin düşüncesiyle özgür...” dizeleri çok önceden belleğimde; yineleyip duruyorum kitabı karıştırırken. “Yaşamak, seni seviyorum/ Demenin başka türlüsü...” diyorum. O, kaç yaşında bilmem, zeytin ağacının altından duyuluyor sonra hüzünlü sesin: “Ben bildiğimi söylerim/ Şair olmak zarar ömüre...”
Sonra 27 Ekim 1997, Ankara’dayız. Yaşamın Ufuk Çizgisi/ Akdeniz Lirikleri bir de Alacakaranlıktaki Ülke... Yazın güzel, inci gibi...
Sahi, Salihli’de miydi son görüşmemiz... Güçlükle imzalamıştın birkaç kitabını; daha çok da söze dökmüştün o ilk sayfalara yazmayı düşündüklerini.
Etkinliğin soluklanma arasını senin yanı başında geçirmiştik. Bakışında hep o hüzün.
8 Ocak 1998, Ölüm Nedeni Bilinmiyor. Ve 3 Mart 2001, Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi... “Gece otobüslerinde yolları doldurduğun” gibi gözlerine, kimi dizelerde uzunca soluklanıyorum. Akan, koşan dizelerinle doluyor gözlerim.
Çay koymuştum demlice, soğumuş. Hangi fotoğrafına baksam o hüzün bir adım öne çıkar sanki. Çoğu gün dostların arasında, güneşin sofrasında bilirim seni, nedense öyle duyumsarım. Kimi gün de kahvede oturmuş kitap okurken...
Yalnızca dizelerine düşmüş değildir kitap okumaların. Ankara’da, Zafer Çarşısında da görenler olmuştur seni kitapçıların önünde okurken.
Ne güzeldir o kahveleri anlatmaların:
“Ve bir televizyon/ tavana yakın/ yalancı ışıklı geveze./ Akşam olunca/ ona bakarlar/ sırtlarını dönüp de/ o güzelim/ denize.”
Senin o “yalancı ışıklı geveze” dediğinin ışığı da yok artık gevezeliği de! “Alacakaranlıktaki ülke”ninse alacası malacası kalmadı! “Gazetelerin en derin köşelerinde insanlar ölüyor” çağından çıktı senin güzel ülken. Adnan Satıcı’nın “Türkiye’nin son çeyrek yüzyıldaki (1980-94) insanı, insanlık onurunu ayaklar altına alan egemenlik tarzı...”² dediğinin bile yerinde yeller eser oldu. Şimdi her yeni güne, nasıl ve nereden vurulacağını bilmeden uyanıyor insanımız. Kimi gün para etmeyen ürününden, nedensiz kovulduğu işinden, gaza sopaya verilmiş taleplerinden, uğradığı hakaretlerden ve hemen her gün boğulan dereler, betonlaşan yaylalar, solan ovalar, katledilen ağaçlardan...
Sevgili Ahmet,
Uzun süre yaşadığım Ankara bana nedense daha çok bir edebiyat-sanat sıcaklığı, bir dostlar kenti gibi gelir. Hasan Hüseyin’dir, Adnan Yücel’dir, Uğur Mumcu’dur, Mustafa Ekmekçi’dir, Behçet Aysan’dır, Sevgi Soysal’dır, Onat Kutlar’dır, Ruhi Su’dur, Erkan Yücel’dir, Ali Püsküllüoğlu’dur, Turgut Özakman’dır Ankara benim için... Sonra Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Özgen Seçkin, Özcan Karabulut, Akif Kurtuluş, Serap Erdoğan, Ayla Kutlu’dur... Daha kimler kimler ve Ankara Sanat Tiyatrosu’dur. Yo, unutmadım Mahzun Doğan’ı; o artık “İzmirli”.
Sevgili Ahmet,
“Kendi çapında yüz yataklı dâhiliye koğuşudur” dediğin Ercan Kesal’ın seni de anlattığı kitabını³ karıştırdım senin şiirlerinin arasında. Kitabın “senin kederinle” kaleme alınmış ilk yazısı 501 Numaralı Oda’yı ve sonrakini... Onun, “Ahmet Erhan, bu dünyada, kendisi için hiçbir şey istemeden yaşadı... Ben şahidim.” sözlerini de “Deniz, unutma adını!” diye diye, sırt çantana sığıp gezmelere gitmek isteyişini de yazdım dünyama yeniden.
“Zamanı değil mutluluğun...” biliyoruz ama senden kaldı aklımızın zulasında; “hayatla her gün nikâh tazele”mekteyiz. Şimdi güneş her sabah Boğaziçi’nden doğuyor. Üniversitesini, hayatını, bilimi ve merakıyla yaşama kararlılığını terk etmiyor gençler, insanımız.
“Yenilme ne yaparsan yap” diyorsun ya ceplerimizde fener, kibrit ve çakmak; o heyecanla koşmaktayız, sen yanı başımızda...
¹Ahmet Erhan (şair/ 8 Şubat 1958-4 Ağustos 2013)
²Ölüm Nedeni Bilinmiyor, Ahmet Erhan, şiir, Bilgi Yayınevi, 2. baskı Ocak 1998, Ankara
³Velhasıl, Ercan Kesal, deneme, İletişim Yayınları, 2019, İstanbu