Geçen hafta eski yılın son gününe yetişen yazımla, yeni bir tarz yakalamış sayıyorum kendimi. Hayli kişisel, son derece dürüst ve kendine dair eleştirisini çekincesiz yapan bir yazıydı. Tatil gününe de yakıştı aslına bakarsanız. Biraz da buradan hareketle artık yazılarımı cumartesi günleri okuyacaksınız İz’de. Ülkede olan biten kadar kendimin de İz’ini süreceğim yani 2023’te. Böylece ‘’Şunu yazarsam başıma bir şey gelir’’ kaygısı nedeniyle kendi kendime koyduğum ‘’otosansür’’ bariyerini de aşmış olacağım. Ne de olsa daha kişisel yazılarla artık sizlere konuk olacağım. Çünkü yazı iyileştirir.
Kendini baskılanmış hisseden insanların belli bir süre bu baskıya direndikten sonra kendine koyduğu bir ‘’dur bakalım’’ hali aslında bu otosansür. Baskı nereden gelirse gelsin insan bir süre direniyor, inat ediyor, sonra da vazgeçiyor bu direngenlikten.
…
Aile tarafından çocukluktan itibaren baskılanmış insanlar yetişkinliklerinde sosyal atmosferde de aynı baskıyı hissetme kaygısıyla, kendisi gibi olmaktan çok toplumun istediği gibi biri olmaya yöneliyor. İçinden geldiği gibi değil, toplumun onu görmek istediği gibi biri oluveriyor. Kendisi olmak yerine, kendinin ‘’instagram’’ profiline dönüşüyor.
Bir de narsist sevgili/eş ile yaşayanlar belli bir yerden sonra yine kendisi olmaktan vazgeçip, kendisini manipüle eden insanının istediği gibi birine bürünüyor. Suçluluk hissinin günden güne derinleştiği, kendisini sürekli daha az önemli hisseden, ilişki içinde hep partnerinin isteklerini yerine getiren, ilişki içinde yetersiz, hayatta da başarısız biri olduğuna inanıyor. İşte bir sansür daha! Tüm bu duygularla baş etmek yerine, narsist sevgilinin istediği gibi bir ‘’sansür’’ daha kolay, daha kabullenilir ve daha konforlu!
Aile baskısını çok yaşadığımı söyleyemesem de ‘’el alem ne der’’ mottosuyla büyüdüm ben de hepiniz kadar. Baskın bir biçimde varlığımı ortaya koysam da, bu varlığın asla kabul görmediği duygusuyla yıllardır mücadele ettiğim büyük bir gerçek! Sevildim hep. Ama hak ettiğim kadar saygı görmediğimi düşünerek zihnimde başkaca bir dünya yaratmışım yıllarca.
Bu durum ikili ilişkilerimde de hep göstermiş kendisini meğer. Bana saygı duymayacağı ‘’peşinen’’ garanti kim varsa gidip yapışıp kalmışım yani. Üstelik sevgisizlik konusunda da emin değilim henüz!
…
Baskıcı faşiste rejimlerle yönetilen ülkelerde bireyler benzer bir kaygıyı büyütüyor. Yaptığı, söylediği, eylediği her şeyin izlendiği, gözlendiği, değerlendirildiği ve hatalıysa da cezalandırılacağı korkusunu günden güne içinde büyütüyor. Her zaman başına bir hal geleceği paranoyasıyla yaşamaya başlıyor. Ve bu kaygıyla baş etmektense kendisi gibi özgür bir birey olmak yerine devletin ve rejimin istediği ‘’uslu’’ çocuk olmayı tercih ediyor. Kabuğa çekiliyor. Etliye sütlüye karışmıyor.
Baskıcı faşist rejimlerin beni ne hale getirdiğinden uzun uzun bahsetmeye gerek var mı bilmiyorum. Çocukluğunu 12 Eylül diktasının türlü yasaklarıyla geçirmiş olan birisi olarak 20 yıldır hepinizle birlikte bu AKP ve onun tek adamlığına maruz kalarak yaşadım.
…
Bünye kabul etmiyor artık bunların hiç birini. Ne baskıcı ve otoriter ana/baba/aile; ne narsist sevgili/eş/partner; ne de faşist devlet yönetimi…
İlk ikisiyle nasıl mücadele edebileceğimi öğrendim. Öz farkındalığımı arttıran onlarca şeyle meşgul oldum bu köşede yazmadığım zamanlar. Terapi, okuma, izleme, danışma, paylaşım derken günden güne öz değerimin daha da farkına varıyorum.
Sonuncusuyla nasıl mücadele ettiğimi/edeceğimi de tahmin edersiniz artık.
Bu iktidar ve onun tek adamlığı tahammül edemediğim ve ruh sağlığımı iyice tehdit eden, hatta bir halk sağlığı sorununa dönüşmüşken, bu gidişe dur demek için elimden ne geliyorsa yapmaya devam edeceğim. Dilim döndükçe, kalemim yettikçe bunlardan kurtulmanın demokratik yolları üzerine sıkça konuşacağım, yazacağım ve hatta haykıracağım.
Bireysel olarak kendi gelişimimi sürdürmeye ve hayatın ikinci yarısını (malum artık yaş 47) daha kaliteli ve doyumlu yaşamaya kararlıyım. Bu baskıcı rejimden kurtulmak için size ihtiyacım var. Hepimizin birbirine güvenmeye, dayanmaya ihtiyacı var.
Önce kendimize güvenelim o halde. En azından ben böyle yapmaya başladım. Önce kendime sonra da birlikte yaşadığım toplumun sağduyusuna güvenmeye başladım geç de olsa!
Ve karamsarlığa her düştüğümüzde Tunç Soyer’in yılbaşı gecesi on binlerce insana umut aşılayan o sözlerini hatırlayalım:
Bir şey değişecek, her şey değişecek!