Kitap kulüplerindeki tartışmaları önemsiyorum. Zaten kendim de uzun süredir kendi atölyemin kulübünün yönlendiriciliğini yapıyorum. Geçen sene yoğunlaşan işler sebebiyle buluşma sıklığımızı biraz azaltmaya gitmiştim ki gruptaki arkadaşlarım daha sık buluşmayı talep ettiler yine. Böyle olunca yine uzun süredir kitap kulübü deneyimi olan, birlikte de çalıştığımız bir arkadaşım yetişti yardımıma ve buluşmaları sıklaştırdık.
Peki, kişileri bir araya getiren ve okudukları kitabı başkalarıyla tartışmaya iten şey neydi? Canları çok sıkılıyor da meşgale aramıyordu ya bu insanlar… Zaman zaman kitapları yoğunlukları sebebiyle bitiremeden tartışmaya katılıyor, sonrası için notlarını alıyorlardı. Bazen de kitabı zorlandığı için okumayı bırakıp tartışmaya gelenler oluyordu. Onlar da daha sonra kitaplarını tamamlamayı seçiyorlardı.
Yaptığımız buluşmalardan sonra ruhunun beslendiğini söyleyenler oluyordu. Bir araya geldiğinde başkalarıyla konuşamadıklarını konuşanlar, sohbet esnasında başka kapıları aralayanlar, aklı karışıp biraz daha düşünmek isteyenler, sorularla buluşmalardan ayrılanlar, bazı sorularına sohbet esnasında cevap bulanlar, fikrini özgürce ortaya atanlar, sessiz kalıp kendi içlerinde muhakemeyi seçenler…
Psikoterapi iki seans arasında çalışır, gibi bir şey okudum geçen gün Sensight Conselling’in bir paylaşımında... Çok doğru. Her hafta psikoterapiye gitmek önemlidir. Çünkü değişim elli dakikalık seansta değil, o seans sonrasında kişinin işleyen bilinçaltında, düşüncelerinde ve dolayısıyla davranışlarında ortaya çıkar. Çünkü kişi seansı düşünmeye, oradaki çıkarımları hayatında gözlemlemeye ve kendi davranışlarını fark etmeye başlar.
Edebiyat farklı disiplinlerden bağımsız değil. Kurmaca metinler zaman zaman bizi içimizdeki farklı kimliklerle tanıştırırken, bazen farklı bir kişiyi anlamamızı sağlıyor; bazen tarihin bir kesitini merak edip araştırmamıza vesile oluyor, bazen de genelin gidişatına dair öngörü ve çıkarımlarda bulunmamızı sağlıyor. Bunu hayatın gerçekliğinde değil de kurmacanın gerçekliğinde yapıyor ve yaratımın hazzı bu noktada devreye giriyor – hem yazar için hem okur için…
Kulüp buluşmaları birer terapi seansı değil elbette. Ancak dönüştürücü gücünün epey yoğun olduğunu düşünüyorum. Edebiyat başlı başına sorgulayıcı, değiştirici ve dönüştürücü bir güce sahipken bir kitabın sadece ana hikâyesini okumak değil, onun bize açtığı yollardan ilerleyerek hayatın dehlizlerine girmek, kendi içsel yolculuğumuza farklı açılardan bakmak, görmediklerimizi fark etmek, düşünmediklerimizi düşünmek, kendimizi başkalarının yerine koymak paha biçilemez. Tartışma iyi bir yönlendirici eşliğinde açılıyor, derinleşiyor, cevaplar bulduruyor ve sizi yeni sorularla baş başa bırakıyorsa ne mutlu! Çünkü siz başka bir kurgu metne kadar o sorular ve cevaplarla dolaşacak, bulduklarınızı bir sonrakine ekleyip edebiyatın etkisini kendi üstünüzde görmeye başlayacaksınız demektir…
Biz geçen akşam Irmak Zileli’nin Son Bakış adlı romanını konuştuk. Karakterin bilinçakışını okurken herkes farklı bir açıdan etkilenmişti. Konuştukça; kimi, karakterin ötekileştirilmesiyle kendi ötekilikleri arasında bir bağ kurdu, kimi içindeki otoriteyle karşılaştı. Ben o otoritenin altına gizlenmiş, fark etmediğimiz otoritelerin altını çizmeye gayret ettim. Çünkü bunu görmeyi çok kıymetli buluyorum. Hiyerarşileri kırdığımız, gücü ezen ve ezilenden, insana ve insan olmaya değerle kullandığımız hale getirebilmek için bu farkına varış hallerine, düşünmeye, görmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Kitaba gelirsek... Detayını burada anlatmak yerine buraya birkaç soru bırakacağım. Zileli’nin Gölgesinde romanını okuduğumda bir yazı yazmış ve “Her türlü iktidarı reddetmiş birine ne olur?” diye sormuştum. Şimdi kabul etmesi zor olduğundan reddetmesi de pek mümkün olmayandan hareketle “İçimizdeki iktidarı nasıl keşfederiz?” diye soruyor ve devam ediyorum:
Yuvaya uymayan bir anahtar kişiyi nasıl eve sokabilir?
Kendini yuvaya uymayan bir anahtar gibi hisseden kişi nasıl kendini “evde” hissedebilir?
Göçmenlik dünyaya fırlatılmışlığımızla birlikte hepimizin içinde değil midir? Neremizdedir?
Bizi ayıran, bölüştüren, birbirimize düşüren nedir?
Görmediğimiz kimdir?
Öteki kimdir?
Derdimiz ötekine üzülmek midir?
İçimizde bir öteki varsa o kim olabilir?
Hiyerarşi basamaklarında gücü kullanma şeklimiz bize ne anlatıyor olabilir?
Bu sohbetleri nasıl anlatsam da paylaşsam derken psikoterapi örneği geldi aklıma. Bu tartışma içimizde bir yerde bizi dönüştürmeye devam ediyor. Size de sorular sordursun istedim.