2000 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2002 Dünya Kupası, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın ardından Euro2020’ye de mağlubiyetle başladık. 2000 yılında Belçika-Hollanda ortaklığında gerçekleştirilen ve yine bugünkü gibi gruplardaki ilk maçımızı İtalya ile oynadığımız şampiyonada İtalya’ya 2-1 kaybederek başlamış ve dönemin teknik direktörü Mustafa Denizli önderliğinde çeyrek final oynamıştık. Bundan hemen 2 yıl sonra Uzak Doğu’da gerçekleştirilen Dünya Kupası’na Brezilya mağlubiyetiyle merhaba demiş, hem o dönemin hem de şu anki teknik direktörümüz Şenol Güneş ile Dünya 3.’sü olmayı başarmıştık. 2008 yılında Avusturya-İsviçre ortaklığında gerçekleşen Avrupa Şampiyonası’na Portekiz’e 2-0 kaybederek başlamış ardından gösterdiğimiz muhteşem ve unutulmaz performansla şampiyona finalini son saniyelerde kaçırmış ve Fatih Terim önderliğinde Avrupa 3.’sü olmayı başarmıştık. Geride bıraktığımız 20 yıl içerisinde hem kötü başlayıp hem de kötü sonlandırdığımız tek turnuva Fransa’da gerçekleşen, Hırvatistan ve İspanya ile aynı grupta mücadele ettiğimiz 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’ydı. Fransa’da ise grupların ilk maçında Hırvatistan’a 1-0 mağlup olarak başlangıç yapmıştık.
Kısacası 2000 yılından bu yana katıldığımız 4 turnuvanın 3’ünde gruplardan çıkmış, 2 kez yarı final ve 1 kez çeyrek final oynamayı başarmış bir milli takıma sahibiz. Hangi turnuva olursa olsun katılma aşamasında gerçekleştirilen eleme maçlarında çok zorlanıyor olsak da katıldığımız şampiyonaları başarılı geçirdiğimizi söylemek yanlış olmaz.
Cuma günü İtalya karşısında adeta sahadan silinmiş vaziyette gözüksek de Galler ve İsviçre maçları için umutluyum. Cumartesi günü Galler ve İsviçre arasında oynanan maçın beraberlikle sonuçlanmış olması, kalan 2 maçımızı kazandığımız takdirde son 16 turuna katılmayı garantilemiş olacağımız anlamına geliyor. Kötü başlangıçlara alışık olan milletimiz ve milli takımımız turnuvanın geri kalanında farklı bir performans gösterecektir diye düşünüyorum.
Yarın ve Pazar günü oynayacağımız diğer iki maçımızın da kardeş ülkemiz Azerbaycan’da oynanacak olmasını büyük avantaj olarak görüyorum. Yaklaşık 40 bin kişinin canlı olarak takip edeceği maçlarda, Bakü Olimpiyat Stadını Türk bayrakları ile donatmak ve adeta ev sahibi konumunda olmak oyuna büyük etki edecektir. İtalya karşısında oynadığımız kötü oyunu bir kenara bırakmak ve yarın oynayacağımız Galler maçına odaklanmamız gerekiyor. Kadro kalitesi olarak ne kadar bizimle aynı seviyede olmayan bir ülke olsa da oyuncuların ağırlıklı olarak ada ülkelerinde futbol kariyerlerini sürdürüyor olması tedirgin edici.
Önümüzde çok önemli iki maç, kazanılması gereken 6 puan var. Galler’i yenmeyi başarırsak şu anki senaryolara göre İsviçre maçından 1 puan gruptan çıkmaya yetecek gibi gözükse de bu hesaplardan uzak durarak, sahaya her iki maçı da kazanmak için çıkmak zorundayız. Biz Şenol Güneş önderliğindeki Milli takımımıza ve oyuncu grubumuza güveniyoruz. Turnuvanın hem en genç hem de en tecrübeli takımlardan bir tanesi olduğumuzu artık sahaya yansıtmanın ve Türk’ün gücünü bir kez daha tüm dünyaya göstermenin tam zamanı. Haydi Türkiye, haydi bizim çocuklar!