Meclis Başkanı "Yeni Anayasa’da laiklik olmamalı" dediğinden bu yana, öyle ya da böyle tartışıyoruz. Yalnız, harekete geçilmediğinde, Meclis Başkanı’nın esasen ‘nabız ölçme’ şeklinde anlaşılabilecek çıkışı karşısında ciddi bir duruş da ortaya çıkarılamıyor.
Cumhuriyet Mitinglerini hatırlıyoruz değil mi? Ülkenin dört yanında yapılan ve yüzbinlerce insanın katıldığı mitingler… O dönem İzmir’de değildim ama mitinglerin en güçlüsünün burada geçtiğini tahmin etmek zor değil.
Yaşadığım şehirde de Cumhuriyet Mitinglerine katılmamış, hatta yekten eleştirenler arasında yer almıştım.
Şimdi hala, Cumhuriyet Mitinglerinin Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapmak ve toplumu kutuplaştırıp, AKP cephesinde safları sıklaştırmak dışında hiçbir şeye yaramadığını düşünüyorum.
Ama ‘İnsan gerçekten hayret ediyor!’
Bir, Abdullah Gül’ün eşinin başörtülü olması üzerinden kopartılan gürültüye, bir de TBMM Başkanı’nın nabız ölçen çıkışında oluşturulan ‘zincire’ bakıyorum, şaşırıyorum.
Hele ki İzmir’de…
Oluşturulamamış bir ‘insan zinciri’ kayda geçti.
Yarın, “TBMM Başkanı ‘Yeni ve dindar bir anayasa olmalı’ dediğinde İzmir’de bu nasıl karşılanmıştı?” diye sorulsa, beş dakika dahi tam olarak oluşturulamayan insan zinciri dışında bir dirençten bahsedemeyeceğiz.
Öyle ‘dandik’ bir sembol tartışması falan da değil. Doğrudan, insanlığın en önemli kazanımlarından biri olan, dünyanın her yerinde bedel ödenerek kazanılmış olan laiklik ve Ortadoğu’da her geçen gün keskinleşen ve güçlenen radikal İslamcı örgütlenmeler arasında ülkenin yöneleceği ‘yeni’ eğilimin ne olacağı tartışması.
Geçtim Cumhuriyet Halk Partisi İzmir İl Örgütü’nü; ‘koca koca’ sendikalar ve odaların da ‘çağrıcısı’ olduğu bir eylem böyle ‘geçersiz’ olursa, sanırım akla ilk şunlar gelir:
-Eylem çağrısı yapanların zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri var.
-Görev savma, yapmış olmak için yapma eğilimi, sendikalardan siyasi partilere her kesime bulaşmış.
Konu şu kadar açık:
‘Çağrıcı’lar çağırıp çağırmamak konusunda kendinden emin değil.
‘Çağırılanlar’ da ‘çağrı’ya ve ‘çağrıcı’lara güvenmiyor.
Daha bir hafta önce, patlayan ve patlama ihtimali olan bombalara rağmen, on binlerce insan İzmir 1 Mayısı’na katıldıysa, ‘laiklik zinciri’nin oluşmamasında, ‘çağırılanları’ suçlayamayız.
Vatandaş, ikna değil!
Kendimi zincire katılmayan ortalama demokrat İzmirlilerin yerine koyuyorum, şu soruları sorarken buluyorum:
-Türkiye zaten laik değil, ‘laiktir laik kalacak’ diyerek kendimizi kandırmıyor muyuz?
-Zincir kursak ne olacak, ışık yakıp söndürsek neye yarayacak? Adamlar adım adım planlarını hayata geçiriyor. ‘Bizimkiler’ ‘Korkunç ama evet’ diyerek yol açarken, bizim lamba yakıp söndürmemiz neye yarayacak?
-İzmir’in zaten ortalama ne düşündüğü, nerede durduğu belli. Esas İç Anadolu’da, Karadeniz’de, Doğu’da halkı, yeni kesimleri kazanacak bir birliktelik ve politik hat kurmamız lazım değil mi? Sahilde, kumda oynamıyor muyuz?
Yazıyı, o dönem yine katılmadığım ama bugün duyunca beni sarsan bir slogan ile bitireyim: “Tehlikenin farkında mısınız?”
Gidecek başka yerimiz yok!
Ve gericilik en çok gidecek başka yeri olmayan, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan yoksulları, işçileri, emekçileri kuşatıyor ve en çok onları (bizleri) tehdit ediyor.
Olur da ‘o an’ gelirse; kaybedecek şeyi olanlar, banka hesapları dolu, ellerinde pasaport çoktan uçmuş olacaklar. Biz, Kent Kart'la aktarmalı Dikili’ye gidip, ucuza şamyel ararken bulabiliriz kendimizi.