Cem Yılmaz söz konusu olunca eğri oturup doğru konuşmak gerek. Yani yiğidi öldürelim ama hakkını da verelim. (Cem Yılmaz da haddizatında yiğit olarak anılmak ister.) Kendisi ülke sinemamızın komedi filmleri kanadına, genelde absürt mizah türünde yaklaşık yirmi yıldır hizmet veriyor. Maalesef yerli komedilerimizin çok büyük kısmı; neden mizah yaptığını bilmeyen, kendini komik zanneden tiplerle dolu, pespaye, lüzumsuz, eğreti hikâyeler sunmakla seyirciyi eyleyebileceğine inanan bir ucuzluklar gösterisi. Daha doğrusu bir ‘komedi’ çöplüğü. Ne yazık ki bu çöplükte eşelenenler epey fazla, o yüzden bu tip filmlerden kurtulamıyoruz.
CEM YILMAZ KOMEDİSİ
Böyle bir ortamda Cem Yılmaz, bazı açılardan bir vaha gibi aslında. Bunu kabul etmek gerek. Ondan önce Türkiye’de esamisi okunmayan sitendapı kitlelerle buluşturan isim. Bu alanda ne kadar başarılı olduğu herkesin malumu. Yıllar boyu seyircileri gösterileriyle kırdı geçirdi. Televizyon şovlarında, yarışmalarda, özel programlarda ve ‘tamamen duygusal’ bir yığın reklamda karşımıza çıkarak kendini topluma alıştırdı. Buna rağmen çok uzun süre mizahını diri tutmayı başardı. Fakat görünen o ki artık yerinde saymaya, teklemeye başlamış. Netflix’teki son gösterisi çok eleştirildi. Yıllarca zirvede olmanın getirdiği bir tür kibirle eleştirilere gücenip/kızıp twitter üzerinden polemiklere girmesini ise yaşlanmanın verdiği huysuzluğa mı yorsak? Artık orasını Cem Yılmaz ağabeyimiz bilir.
Bu arada sitendapta bu kadar başarılıyken G.O.R.A’dan itibaren hevesle yürüttüğü sinema aşkının meyveleri pek başarılı değil. Erşan Kuneri onun son harikası (!) ya da eğlencesi. Yıllar önce G.O.R.A’nın (2004) başlarında karşımıza çıkan bir tiplemenin uzun hikâyesi. Yabancıların deyimiyle spin-off. Bir anlatı içinde yan unsur olarak duran bir karakter, durum ya da hikâyenin genişletilmesi. Her şeyden önce Erşan Kuneri’nin hikâyesine ihtiyaç var mıydı, bunu sormak gerek. İflah olmaz G.O.R.A hayranları yıllardır bu karakterden film yapılmasını bekliyordu. Cem Yılmaz da artık dayanamadı, tiplemeyi nasıl anlatacağını nihayet buldu ve (Netflix’in bu işten altı saatlik dizi yap önerisi ve kredisinin de gazıyla) işe girişti. (Belki de köklerine dönerse eski hızlı komedi günlerine yeniden kavuşacağını hesaplamış olabilir.) Sonuç; dizi son sitendap gösterisi gibi, genelde kötü eleştiriler aldı. Ve açıkçası bu eleştirileri de hak ediyor.
DÖNEM İŞİ AMA YAPI SORUNLU!
Erşan Kuneri, malum Türk Sinemasının seks filmleri furyasına ait hayali bir karakter olduğu için orijinal filmde gayet keskin, sıra dışı bir tipti. Oradaki komedinin bu anlamda cesur olduğu söylenebilir. Dizideki karakter ise onu mumla aratıyor. Çünkü bir seks filmi yönetmeninin hikâyesini, arka planıyla ekrana taşımak sağlam göz, cesur yürek ister. Konuyu nasıl ele alacağınız, mizahı nereden devşireceğiniz çok önemli. Dizi, özgür bir platform gibi takılan Netflix’te gösterilse de Cem Yılmaz buna cesaret edememiş olmalı. Bu sebeple seks, ucuz cinsiyetçi espriler eşliğinde hakkında bahsedilen bir konudan öteye gitmiyor. Bir de tabii seks filmleri dönemi anlatılmayacaksa ne olmalı, bunun da çözümü şöyle bulunmuş: G.O.R.A’da tutuklandığını gördüğümüz Kuneri, 1981’de hapisten çıkınca artık seks filmleri çekmek istemiyor. Gelen teklifi reddederek tarihi film yapmaya soyunuyor. ilginç ki Erşan Kuneri hapisten çıktıktan sonra istese de açık saçık filmler çekemezdi çünkü ülkenin üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül darbesi ve sonraki süreçte, 1970’lerin ortalarında başlayıp 1979’da işi porno seviyesine vardıran bu pervasız filmler, sert tedbirlerle bıçakla kesilir gibi kesildi. Bu yüzden dizinin o günlere dair ortamı yansıtma biçimi manipülatif ve eksik. Karakterlerin konuşmalarına yedirilmiş bugüne ait mevzu ve şakalar da bu anakronizmi belirginleştiriyor. (Ama bu yabancılaştırıcı etkiye karşın özellikle 80’lere ait nesne, giysi ve dekorlar konusunda çok özenli bir iş çıkarıldığını atlamayalım.)
Dizinin tek sorunu bu değil elbet. Her şeyden önce söylemle ilgili bir sıkıntı var. Bildiğiniz gibi Cem Yılmaz’ın Yeşilçam’a zaafı var. Muhtemelen Ayhan Işık’lı, Sadri Alışık’lı Yeşilçam günlerini (yaşamasa da) çok özlüyor, ucuz filmlerin piyasayı doldurduğu 70’leri de seviyor.(Ondaki bu sevgi neredeyse Quentin Tarantino’nun sinema aşkına benziyor diyeceğim ama demiyorum.) Kendi filmlerinde de sinemamızın yöntem ve klişeleri üzerine bir mizah üretmeyi ihmal etmiyor. Bunun en yoğun örneği Pek Yakında’ydı. (2014). Erşan Kuneri ise her bölümde farklı türde bir film çekiyor ve biz o bölümün yarısında Kuneri ve ekibinin günlük yaşamına bakıyoruz, kalan yarısında çektikleri filmi izliyoruz. (Bu da aslında zor bir izleme deneyimi sunuyor. Dizinin skeçvari yapısı bütünlüklü bir hikâye kurulmasının önüne geçiyor.) Böylece bir seks filmleri yönetmeninin farklı işler yaparak ciddiye alınma isteği üzerinden Yeşilçam’a bakıyor Cem Yılmaz. Sorun, bu bakışın yüzeysel oluşunda. Dalgasını geçtiği tür filmlerinin içeriği üzerinden mizahının yönlendiği tutarlı bir hedef yok. Örneğin ilk çektikleri film Kuru Murad, art arda dizdiği kötü erkek şakalarından oluşan, Gani Müjde’nin Kahpe Bizans filminin bile gerisinde kalan bir yapıya sahip. Erkeklik ve kahramanlık meselesine bakan bir alt metin olmayınca bütün yapı anlamsızlaşıyor. Ya da dizinin iyi bölümlerinden biri olan Kooperatif Kemal’de eleştiri noktası köye üstten bakan aydınlar olarak belirlenirken, senaryo öyle bir şekillenip finale bağlanıyor ki Kuneri’nin ağzından çıkan güdük mesaj, kırsal kesimin eğitim sorununu bir anda seviyesiz bir öykü içinden lümpen bir kahve edebiyatına indirgiyor. Oysa cehaletle mücadele konusunda gerçekte yaşananlar, bu sığ köylü-kentli çatışması sunumuyla ifade edilemeyecek kadar üzücü. Dizide dalga geçtiği alanın hakkını az çok verebilen yegâne bölüm Er-man. Onda da yine cahil bir kadınla evlilik modelinin yarattığı sıkıntılar var.
USTALARA BİR BAKMAK GEREK
Dolayısıyla bölüm içindeki filmler, Erşan Kuneri’nin o dönemin sinemacılarını yansıtan sığ bakışını mı aktarmak istiyor yoksa sinemamızın tür filmlerinin nasıl kötü olduğunu mu vurguluyor belli değil. Sevip baş tacı ettiği, saygı duyduğu Yeşilçam’a bakışı işte bu yüzden yüzeysel. Niyet bu sinemanın kural ve türleriyle saygıda kusur etmeden eğlenmekse Ertem Eğilmez’in son filmi Arabesk’in (1989) duygu dünyasına yakın bir yerde durması gerekmez miydi? Arabesk bir dönemin neredeyse bütün eğilimlerini barındıran, Eğilmez’in kendi yöntemleri dâhil tüm Yeşilçam kültürüyle yüzleştiği yetkin bir absürt komediydi. Döneme dair göndermeleri toplumsal açıdan da önem taşıyor. Oysa Cem Yılmaz, hemen her konuşmayı bel altı şakaları çağrıştıracak sözcük oyunlarıyla doldurup birbirine güçlü biçimde bağlanmayan bir akış yaratıyor. Komik olması gereken ifadeler, bir toplumsal duruma ya da özgün bir karakter eleştirisine açılmadığı için bütünden kopuk, anlamsız, seviyesiz şakalardan ibaret kalıyor. Bu konuda Kooperatif Kemal filminin başları ve Er-man bölümünün büyük kısmı hikâyenin bir öykü çerçevesine oturduğu, az çok derdi olan bir zemin teşkil ettiği için başarılı. Diğer bölümler ise etki uyandırmaktan uzak. Kötü şakalara yaslanan Kuru Murat, Ebenin Avı, Faqbadi gibi film ve Amin Feryadi gibi tip isimleri sırf eğlence olsun diye yazılmış, Üstelik Faqbadi bölümündeki İranlı yönetmen tipi Feryadi inandırıcılıktan uzak, dil tutarsızlıkları barındıran, yetersiz bir tipleme. Ayrıca başka ülkelerle film yaptığımız yıllar daha çok 80 öncesi olunca o kötü bölüm tümden anlamsızlaşıyor.
Dizinin teknik olarak oldukça iyi olduğunu tekrar belirtelim. Özellikle Uğur İçbak’ın nefis görüntü çalışması ve her filmi o türe ve o günkü şartlara göre çekmesi en etkili yanı olabilir. Filmlerdeki çizikler, küçük izler bile atlanmamış. Doyamadım’daki gazino ışığı, Faqbadi’deki siyah-beyaz görüntüler özellikle başarılı. Ayrıca Çağlar Çorumlu gerçekten müthiş bir oyuncu. Her bölüm farklı kılığa giren oyuncuların hepsi başarılı ama Çorumlu’nun yeri ayrı. Uraz Kaygılaroğlu da özellikle Kooperatif Kemal’de döktürmüş. Ama bunlar diziyi tümüyle kurtarmaya yetmiyor. Belki Türk Sinemasının farklı dönemlerine dair filmsel ayrıntıları keşfetmek, göndermeleri bulmak için eğlenceli olabilir. Bu arada dizinin asıl motivasyonunun Er-man bölümünde Kuneri’nin ağzından duyduğumuz sözler olduğunu düşünüyorum. Seyirciden kendini anlamasını bekleyen Erşan Kuneri, durduğu yer bakımından Cem Yılmaz’la kesişiyor. O da kendini yenilemek ve farklı şeyler denemek istemiş, özellikle de Karakomik Filmler’in (2019) gişede beklediği ilgiyi görmemesi üzerine biraz hüsrana uğramıştı. Bana kalırsa komediyi bir yana bırakıp gerçekten ciddi dramatik öyküleri olan filmler çekmeye yönelmeli. Cem Yılmaz’ı sinemaya asıl döndürecek yol bana kalırsa bu. Üstelik o alanda gerçekten başarılı işler yapabileceğini düşünüyorum. Yoksa kariyerinin sonuna kadar cinsiyetçi şakalarla örülü bu mizah anlayışından kurtulamayacak.
ÇOK DOĞRU: “BERGEN’İ ASIL ERKEKLER İZLEMELİ!”
Belediyelerin kültür üretimi ve dolaşımını sağlamak konusunda çok ciddi sorumluluklar üstlenmesi gerek. Özellikle de kent yaşamı içinde beliren toplumsal sorunların çözümü, insanların bilinçlendirilmesi noktasında öncülük ederek sadece somut hizmetlerin halk ulaştırılması değil o kentte yaşayanların manevi birlik ve bütünlüğüne de katkı sağlaması başarılı bir yerel yönetimin anahtarı. Bu konuda örnek teşkil eden İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in kadına şiddet konusunda farkındalığı artırma çabaları sürüyor. 30 Mart’ta İzmir Köy-Koop Birliği önderliğinde tarım alanında çalışan kadınlar ve eşleri, Mavi Bahçe alışveriş merkezinde Bergen filmini izlemişti. Bu özel gösterime katılan Tunç Soyer ‘Kadın Şiddet konusunda Türkiye’de artan bir duyarlık var ama yeterli değil. Çok daha güçlü bir farkındalığa ihtiyaç var. Biz Bergen filmini İzmir’de özellikle daha çok erkeklerin izlemesini istiyoruz. Topu bilet alıp muhtarlarımız aracılığıyla Bergen’i halkla buluşturacağız.” demişti.
Bu cümleler gerçek bir etkinliğe dönüştü ve Büyükşehir Belediyesi ‘Bergen’ filmini 16 Mayıs – 5 Haziran arasında Beydağ, Kemalpaşa, Kınık, Dikili gibi birçok ilçede ücretsiz olarak seyircilere ulaştırma kararı aldı. Bergen, açık hava gösterimleri hâlinde ilçe meydanlarında ve ilgili alanlarda gösterilecek. Üstelik sadece İzmir’in merkezinde değil ilçelerde de olacak.
Bu yılın en ses getiren filmlerinden biri olan yapım, şarkıcı Bergen’in her türlü engele, eril şiddete, baskıya rağmen müzikten vazgeçmemesi ve sesiyle var olmayı sürdürmesini anlatıyordu. Filmin senaryosunda Yıldız Beyazıt ve Sema Kaygusuz’un imzası var. Yönetmenler de toplumsal duyarlık adına oldukça hassas iki değerli sinemacı, Zenne ile tanınan Mehmet Binay ve Caner Alper. Hâl böyle olunca bu yaratıcı ekip, Bergen’in erkek şiddetiyle sonuçlanan hikâyesini ajitasyona başvurmadan, gerekli mesajı aktaracak biçimde, yalın ve güçlü bir anlatıyla seyirciye sunmuştu.
Bergen’i vizyonda kaçırdıysanız yeniden izleme fırsatı olacak bu gösterimlere filmden haberdar olmayanları da götürmenizi öneririm. Dilerim bu ve benzeri çalışmalar yerel yönetimlere örnek olur ve belediyeler sinema başta olmak üzere kültür-sanat çalışmaları adına olumlu girişimlerde bulunmayı sürdürür. Bu arada gösterim programı detaylarına www.kultursanat.izmir.bel.tr ve www.izmir.art adreslerinden ulaşabilirsiniz.