Bu aralar en çok zorlandığım işlerden biri haline geldi yazmak. Başlanan her cümlenin kendimce ulaşması gereken bir itiraz noktasına varışındaki sancı, zihnimde yeni ve ağır yorgunlukları koşulluyor sanki. Sadece yazmak eylemi ve benim için geçerli bir sorun olduğunu düşünmüyorum elbette bu durumun. Bireysel olarak kişinin yaşamı ne şekilde devam ediyorsa etsin, dünyada ve memlekette olup bitenlerin ağırlığını üzerinde hissedenlerin en azından bir kısmının kaybolduğu çıkmaz sokaklarda debelenip duruyor gibiyim. Güzel bir filmin hikayesinin orta yerinde oradan oraya koşturmak iyi bir sığınak olabilir insana bazen. Ya da tutup elinden insanı, kalemden ustalıkla dökülmüş kelimelerin hayat verdiği bir kitap mesela iyi bir tercihtir çoğu zaman. Sözcüklerin uzayıp giden yollar gibi ardı ardına dizildiği satır aralarında nefes almak anlamlıdır. Ama maalesef ki bu anlam, çağımızın o kahrolası gerçeklerinin karşısında kısa süreli bir nefes almaktan, biraz soluklanmaktan başka bir yere de denk düşmüyor uzunca bir zamandır. Çünkü etrafımız kuşatılmış, çünkü haber bültenleri; yeni söndürülmüş ama üzerinde dumanı halen tüten yangın yerlerini, nefesi kesen yanık kokusunu, isi, kiri ve pası koyuyor önümüze. Hem de her an. Ekranların ışıltısının içerisine gizlenmiş yoksulluk, çaresizlik görünmez oluyor. Kan revan içerisinde kalmış savaş meydanlarında esir düşmüş gibiyiz oyunu kuranların sofrasına. Bu sessizlik, bu suskunluk olacak gibi değil. Yıkılmış kentlerin ortasında kimsesiz kalmış gibi adımlıyoruz yaşamı. Bir enkazın yanı başında üzeri kir pas içerisinde; aç, üşümüş ve çaresizliğine inandırılmış insanlık. Alınan nefes kar sayılıyor, ölüm akla gelince. Yok olmak, artık olmamak fikri bir o kadar soğuk.
Betona gömülmüş kentlerde neredeyse göğü deliyor binalar. On beş yirmi yılda ihya olmuş müteahhitler sefa sürüyor tüm arsızlıklarıyla. Sular kirlenmiş, toprak yaşamıyor artık. Beton uğruna öksüz kalıyor kuşlar, yuvasız kalıyor. Ve rantla terbiye edilmiş kan emiciler gözün gördüğü her yeri ve her şeyi yağmalamak için sıraya girmiş bekliyorlar. Yoksullar tarikatların kucağına itiliyor. Bu düzenin sefasını sürenler, cefayı ise kader diye yazıyorlar yoksulların alnına. Kadınların payına ölümü, tecavüzü reva görüyorlar, işçilerin payına patronlar için kutsal olan üretim uğruna verilecek can düşüyor. Alnının teri karın tokluğuna denk düşüyor ölmezler de sağ kalırlarsa eğer. Aylardır süren virüs belasının karşısında yapayalnız kalmış olan yoksulluk ölümle burun buruna gün geçiriyor. Birileri her gün testler yaptırabilirken, parası olmayan ne testten faydalanabiliyor ne hastanede yatacak bir yer bulabiliyor. Sonra aldığı her nefesi yoksulların varlığına borçlu olan kan emiciler çıkıp, virüs zengin fakir dinlemiyor diye nutuklar atıyor sağda solda. En tepeden başlayıp aşağıya doğru yalanla donanmış olan koca bir organizasyonun orta yerinde halk kendi başının çaresine bakmaya çalışıyor. Neyse ne işte, halkı için kendilerini paralayacaklarını düşünmemiştik zaten, biz kendi kendimize konuşuyoruz öyle.
Televizyonlar, gazeteler tek ses olmuş; durmaksızın yalan pompalıyorlar halkın zihnine. Hakkını teslim etmemiz gerekenler bir elin parmaklarının sayısını geçmez. Dalkavukluk yarışında ellerinden geleni artlarına koymadan, öylece debelenip duruyorlar yalanın bataklığında. Sonra patronlar yeni ihaleler kovalıyor o dalkavukluk yarışından aldıkları güçle. Bu çağ bir çürümüşlük çağı, bu çağ baştan aşağıya tüm aygıtlarıyla kokuşmuş bir düzenin tüm rezilliklerinin olağanlaştırıldığı kayıp bir zaman dilimi insanlık adına. Ama bu çağ tüm çelişkileri daha da derinleştiriyor aynı zamanda, en zor anlarda dahi insanın umudunu tazeliyor. İhtiyacımız olan şey; üzerimizdeki ölü toprağını atabilmek, ama yan yana durarak. Belleğimizde yer eden ne varsa canımızı yakan, onların hatırına inada bindirmek biraz da meseleyi. İçinden geçtiğimiz anı mutlak kılmaya çalışıp, değişimi imkânsız bir şey gibi tarif edenlerin suratına insanca yaşanabilecek bir dünyanın pekala mümkün olduğu gerçeğini sertçe çarpabilmek tüm ihtiyacımız. Gerisi hak, gerisi adalet, gerisi eşitlikle ilmek ilmek örülmüş hürriyet günleri.