Ahu bugüne kadar hiç ah almadı. Bebeklik, çocukluk, ergenlik ve üniversite yıllarında; ailesini, arkadaşlarını, komşularını, öğretmenlerini üzmedi. Üniversite mezuniyetinde Türkiye 25’incisi oldu. Stajını başarı ile tamamladı. Üç yıl önce kendine ait iş yerini açtı.
Ahu, konuşan, tartışan, araştıran, soran, soruşturan, sorun çözen, yardımsever.
Çözüm üreten, araştırmacı, yaratıcı kişiliği çevresinde herkesin dikkatini çekiyor.
Ahu, bu sabah iş yerine gitmek için evinden çıktı. İki sokak ilerisi döner kavşağa çıkan kestirmeden yürüdü. Yaklaşık on dakika yürüyerek döner kavşağa geldi. Kavşağın orta yerinde; dalları, kolları kesilerek, insanların kendi isteklerine göre şekillendirdiği bodurlaştırılan zeytin ağacına dikkatlice baktı. Elinde elektrikli testere ile zeytin ağacının kendi doğal gelişimini engelleyen bahçıvanın kendi istediği doğrultusunda ağacı şekillendirişini izledi.
“Bugün Cuma günü. Allah’ın meyve vermek için yarattığı ağacı kısırlaştıran, doğal gelişimini engelleyen, kendi istediği gibi şekillendiren bahçıvan muhtemelen bugün Cuma namazına giderek Allaha dua edecek. Bir canlıyı doğal yaşamını engelleyerek süs haline getirmek nasıl bir vicdan?” Kendi kendine sessizce konuşan Ahu yoluna devam etti.
Az ileride bankanın önünde, ikiye üçe katladığı buzdolabı kartonunun üzerine bağdaş kurarak oturup, dilenen yaşlı adamı gördü. Çantasından çıkardığı 20 TL kağıt parayı eğilerek dilenci adamın önünde, üzerinde metal paraların bulunduğu gazetenin üzerine bıraktı. Parayı bıraktıktan sonra bedenini doğrultarak yürümeye başladı. Beş, on adım yürüdükten sonra Ahu geri döndü. Dilencinin yanına geldi. Tam karşısına geçerek, dizlerini hafiften kırarak dilenci adamın karşısına çömeldi.
Ahu: Amca sen neden dileniyorsun?
Dilenci: Gençliğimde senin gibi 20’likleri kolayca savurduğum için.
Ahu, sessizce dilencinin gözlerine baktı. Yavaşça yerinden kalkıp, yoluna devam etti.
Otobüs durağına yaklaştığında durağa sırtını dayayarak ağlayan genç bir kızı fark etti. Hızlı adımlar ile geç kızın yanına yaklaştı.
Ahu: Merhaba! Özür dilerim. Müsaade ederseniz size yardımcı olmak isterim. Neden ağladığınızı paylaşmak ister misiniz?
Ağlayan genç kız: Bu sabah fabrikaya gittiğimde güvenlik görevlisi beni içeri almadı. İşten çıkarıldım.
Ahu: Neden?
Ağlayan genç kız: Birçok arkadaşım gibi sendikal örgütlenmeyi ret edip, örgütlenme yapan arkadaşlarımızı iş yerine gammazladığımız için. Önce onları çıkarttılar. Sonra bizi kapıya koydular. Binlerce aynı koşullarda çalışan işçiler bir patrona karşı birlik olamadığımız için.
Söyleyecek söz bulamayan Ahu ağlayan genç kızın sırtına sağ eli içi ile yavaştan bir iki defa vurdu. İçini çekti. Saçlarına dokundu. Ağlayan kızın yanından sessizce ayrılarak yoluna deva etti.
Ahu yürürken hızlı adımlar, hararetli tartışmalar ile önünde iki genç kız belirdi.. Başörtülü, uzun boylu olan kız, kendinden daha kısa, şişman olan, şapka takmış arkadaşına bakmadan hem yürüyüp, hem konuşmasını sürdürüyordu. Genç kızların yüksek sesle konuşmalarını tümünü istemese de Ahu duyuyordu. Mesele yurt sorunu olunca, üniversite yıllarını hatırlayarak konuşmalara kulak kabarttı.
Başörtülü uzun boylu kız: Kanka, biz geçen hafta artan yemek fiyatlarının iptal edilerek, yaşam alanlarının temizliği için yapılan boykota destek vermeliydik. Biz destek versek birlikte tüm öğrenciler, sağlıklı beslenme ve barınma haklarımızı alırdık. Her gün yemeğimizi dışarıda yemek zorunda kalmazdık.
Kısa boylu, şişman şapkalı kız: Komünistlerin yaptığı boykota destek vermek de ne demek! Biz apaçi miyiz? Varoş çocukları mıyız? Hem onlar; cami, cemaat bilmezler, namaz kılmaz, oruç tutmaz magandalar.
Başörtülü uzun boylu kız: Bizim yurt sorunumuzu gittiğimiz cami, kıldığımız namaz çözer mi? Biz, namazı, orucu inandığımız değerler için yapıyoruz. Yurt sorunu tüm öğrencilerin sorunu. Aynı zamanda bizim sorunumuz. Boykotu yapanlar başarılı olsaydılar, bu kazanımları Komünistler mücadele ederek elde ettiler. Biz sağlıksız yemek yemeye, hijyen olmayan odalarda yaşamaya devam edelim mi diyecektik? Onların kazandıkları haklardan faydalanmayacak mıydık?
Bizim babalarımız çiftçi şimdiye kadar iyi kazanıyorlardı. Mazot, gübre, ilaç pahalılığı ile gelecekleri ne olacak bilemiyorum. Belki seneye ekonomik olarak ailemiz dolayısı ile biz, bugün “apaçi, varoş çocuklar” dediğin yoksulluk seviyesine düşeceğiz.
Konuşmaları dinleyip, kızların arkası sıra yürüyen Ahu ve kızlar arasına el arabası ile kâğıt toplayıcısı girdi. Kızlar ile Ahu’nun arasındaki mesafe açıldı.
Ahu, iskeleye çıkacak olan son caddeye girdiğinde marketin önünde avaz avaz bağıran kadını görünce duraksadı. Yavaşça kalabalığa yaklaştı. Kadın efeleniyor. Efelendikçe efe efe konuşuyor.
Kadın: Bıktık! Bu zamlardan bıktık! Eti, meyveyi unuttuk. Evimize sebze götüremiyoruz. AH ULAN HAYAT! Ah!
Ahu’ya kolları değecek kadar yakın mesafeden konuşan kadını izleyen, gür bıyıklı adam homurdandı: Yaz günleri, kamyonlar ile kömür dağıtanları ahali tezahürat ile karşıladı. Makarnaya, pirince oy sözü verdi. Açlığa, yoksulluğa, sefalete şükür ederek, hakkımızı aramasını bilmez isek sonumuz bu olur.
Kalabalığın gitgide arttığını, “homurdanmaların” çoğaldığını gören Ahu kalabalığın içinden ayrılarak yoluna devam etti.
Yoldan karşıya geçmek için kırmızı ışıkta durdu. Trafik polisi ve aracının yanında duran sürücünün sesli söz düelloları adeta Ahu’nun kulaklarına çarptı.
Trafik Polisi: Beyefendi, ben görevimi yapıyorum.
Sürücü: Ben şimdi telefon ediyorum. Sana görevini yaptıracağım. Sen benim kim olduğumu öğreneceksin. Seni Türkiye’nin öbür ucuna sürdüreyim. Orda görev yeri bulursan mesleğini sürdürürsün…
Polis: Beyefendi evraklarınızı verir misiniz lütfen?
Yeşil ışık yandığında Ahu, yaya yolundan karşıya geçti. Vapur ile Bostanlı’ya geçmek için Pasaport iskelesine yöneldi. Beş dakika sonra Pasaport iskelesinde bekleyen 08.30 Bostanlı vapuruna yetişti. Merdivenlerden üst kata çıkıp, cam kenarında bulunan üçlü koltuğun camdan taraf en sonuna oturdu. Yan iki koltuğa saçlarını kazıtmış, tek kulağı küpeli erkek, örgülü sarı saçları, elinde kitap genç kız Ahu’ya merhaba demeden oturdular. Erkek ile kız vapura binmeden önce konuştukları konu üzerine sohbetlerini sürdürdüler.
Kız: Biz bu şartlarda evlenmemeliyiz. Sen çalışıyorsun, iş güvencen yok. Ben üniversite bitirdim işim yok. Öğrenci kredimi ödeyemediğim için icralık oldum. Hadi, nişan, düğün…, geleneklerini bir tarafa bırakalım. İkinci el eşya aldık diyelim. Tutacağımız ev kirasını nasıl ödeyeceğiz? Yaşamımızı nasıl sürdüreceğiz? Domates 25 TL. Soğan, sarımsak, roka tane ile satılıyor.
Erkek: Babamlar destek olur bize.
Kız: Babanlar ekonomik olarak yaşamlarını zar-zor sürdürüyorlar. Ayrıca, onların tek çocukları sen değilsin. Bizler, yetişkin bağımsız bireyleriz. Biz bu konuda ailelerimizi suçlayıp sorumlu tutamayız. Tutmamalıyız! Bize eğitim, iş, beslenme, barınma…, yeri hazırlayamayan, sosyal devlet olamayan yöneticilerimizi sorumlu tutmalıyız. Bu sorunlarımızı gündeme taşıyarak sorunlarımıza çözüm yaratmadığımız için kendimizi sorgulamalıyız.
Erkek: Pes! Yine bizi suçlu ilan etmeyi başardın.
Kız: Bizim kuşak; bilgi, birikim, özgüven olarak kendimizi ifade edebiliyor mu? Üzerimizdeki giysiler, kullandığımız telefonlar, çantalarımızın markası, araçlarımızın logosu…, ile ön plana çıkıp dikkat çekmeye çalışan genç kuşak değil miyiz?
Erkek: Giyinmek ne zamandan beri suç oldu?
Kız: Biz bunları kendi kazancımız ile mi alıyoruz? Ailelerimize dayattığımız için ailelerimiz “çocuklarımız arkadaşlarının arasında mahcup olmasınlar” diye kendi ihtiyaçlarından kesip bizlerin ihtiyaçlarını karşılamıyorlar mı?
Bostanlı vapuru yolcuları ayağa kalkınca iskeleye geldiğini anlayan Ahu ayağa kalkarak gençlerin arkasından yürüyerek vapurdan inerek iş yerinin bulunduğu sokağa geldi. Her gün boyoz, simit aldığı fırının eşyalarını dışarı çıkaran 40 yıllık mahalle fırıncısını gördü.
Ahu: İbrahim amca ne oluyor?
Fırıncı İbrahim: Kapatıyoruz kızım. Un bulamıyoruz. Bulduğumuzu yüksek fiyata alamıyoruz. Aldığımızı satıp yerine yenisini koyamıyoruz.
Ahu gözlerini kapadı. Doğduğu günden bugüne aynı yerde hizmet veren Fırıncı İbrahim amcası ile bu güne kadar diyaloğunu düşündü. Babacan davranışlarını gözünün önüne getirdiğinde yüzüne gözlerinden peş peşe gözyaşı damlaları düştü.
Fırıncı İbrahim’in dükkân komşusu terzi Fikret, Ahu ile İbrahim’in konuşmalarını duyunca kapıya çıktı. Ahu’yu gözü yaşlı görünce elindeki yeşil ip sarılı dikiş makinası makarasını yola fırlatarak iki elini yukarı kaldırıp “Ah ulan hayat!”
Diye bağırdı.
Hadi hayırlısı…