"benim bir sevincim var yüzün artık akşam
bir çocuğun gülüşünü görüyorum nereye baksam"
Turgut Uyar
Öyle kolay değil anlatmak o yürüyüşü. Kramplar giriyor mideme gördüğümde her boş kâğıtları. Sancılayarak düşüyorum hiçin içine. Kamyonlar kumaş taşıyor, elinde bir kaç spreyle aralıyor kapıyı gazi mahallesinden bir çocuk. Hiç gitmediğim bir deponun izleğini sürüyorum. Yaşamlarımızın birbirine değdiği ara sokaklardan yavaş adımlarla, hızlı ana caddelere çıkıyorum. Yanımda arabalar gürültüyle boğuyor düşlerimi. Egzoz dumanına karışmış mutlulukların fotoğrafçısı gibi beceriksizim. Bir türlü resmedemiyorum hayal ettiğimi.
Uzaktan bir kış masalı gibi sesleniyor beleş tepe. Uğultuların arasında çocukluğumu hırpalıyor çay bahçesindeki garson. Ağaç gölgesi değil dediği yerde başlıyor travması ağzına vurduğu çocuğun. Kime anlatsam "fakir edebiyatı" sevmiyor işte. Arabesk buluyor hocalar şiirlerimi. Orta Avrupa'nın mısralarından çalardım da kesmedi ki hiç bizim mahalleyi Müslüm'den başkası. Kaldırımın üstü hep naylon tuğlaları, gözaltı torbalarından sızıyor dumanlı bakışları komşu çocuklarının. Öyle kolay değil Yenidoğan'dan Seyran'a yürümek gece yarısı. Sen düşün o yürüyüş bile kesmedi ağaçlı yola vuran yağmurun altındaki bedenimi.
Belgrad'da bir otel odasında delikanlı türküler mırıldanıyor. Az sonra hiç gidilmemiş o yere gitmenin heyecanıyla. Islıklardan kıyamet inşa edenler, Evrenin sırrı çözüyor. "siz hepiniz ben tek" diyenler geldiler.
Ah be güzel kardeşim dedik ya öyle kolay değil anlatmak sevdayı. Üşengeçliğimiz değil hani, yanlış bilme yaşadığımız aşkı diye. Doğrudur alkole bulanır biraz şairler parkı. Saatler ilerlediğinde dönüp bakarsın geriye dostluğun sığınağında söylenmiş o en güzel şarkı. Benim güzel kardeşim nasıl anlatılır ki ağladığın o an. Şimdi serseriliği bellediler ya çokbilmişler, süslü iki kelam eder küçümserler aşkımızı. Üstümüzdeki formamızdan utanalım diye öyle delici bakarlar ki anlatılmaz. Kentin ucubeleri, tek başına olamayanlar diye fısıldarlarken kulaklara ağızlardan utangaç bi duman çıkar.
Dedik ya çocukluk travması biz de her küçümseyenin ağzında gezmesi elimizin kemiklerinin. Öyle ya "fakir edebiyatının" arabesk çocukları büyümeli. Hiç gitmedikleri o mahallelerden nasıl da bahsederlerdi öyle değil mi? Biz bir kaç arkadaş bir iki öykü kitabı elimizde beklediydik bunları bir zaman. Hababam sınıfına özenip tiyatro yaparız, hele bi gelsinler demiştik. Sonra televizyonda bir sohbette bunlar "halka indireceğiz sanatı" dediğinde, aha bizden bahsediyorlar bu sefer kesin gelecekler dedik. Bekledik de ne inen oldu bizim mahalleye ne geçen. E haylazdık bunlar gelmeyince biz de bunların salonlarını işgal edelim diye yapmadık diyemeyiz ki oyunbazlık. Derdimizi vurduk ta yüzlerine yine beğenmediler haspalar. Onca eksik çıkardılar önümüze. Olsun yine de o çıkılamaz dedikleri sahneye çıktık ya. Bak nerelere gitti konu canım kardeşim. Dillerinde eşek arıları vızıldarken bunların, "yine bir akşamüstü" oturmuştuk biz rakı sofrasına. Başka yaşamaklardan geliyorduk hepimiz. Büyüdüğümüz mahalle, gittiğimiz okul, çalıştığımız iş... Bazıları hiç tanımıyordu bile yanındakini ama provasız söylerdik şarkıları ve hiç bir kavgada bırakmadık yanımızdakini.
Şimdi derler ki; övgüye bak hele. Halkın hastalıklarına dizdiğin bu cümleler para babalarının kulüplerine hizmet hep diye. Şu gömleğinin yakasını aç ta dinle yahu bi, o para babalarının topunu patlatanlar işte aha buradaki çocuklar. Senin bir türlü anlayamadığın endüstriye futbol diye gevelediğin o zırvaları alaşağı edenler.
Üstümüz başımız çamur çıktık o bahisten sonra. Anlattığımız anlamadığınıza yara. Ne anlatıp duruyorsun yahu sen diye azarladı biraz Hakan abi. Yürüyüş işte, bir sevda... Bak dedi Ferhat, karşıdaki duvarı göstererek, ne güzel anlatmış duvar, hayatı. Gülerek okudu Emre Can "En güzel Beşiktaş'ın çocukları sever"
Öyle değil mi Özer baba?