Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde, fanatizmden holiganizme dönüşen olgunun toplum içerisinde ‘erkekliğe’ ne tür bir alan açtığına üzülerek tekrar ve tekrar şahit olduk. Sokaklara taşan holiganlık, kadın bedeni üzerinden üretilen cinsel şiddet dili, sloganların ve marşların pespayeliği, taraftarlık özelinde körüklenen kitlesel nefret, 2020 yılında da hız kesmeden devam ediyor.
Ataerkil kültürün yarattığı ve futbol, siyaset gibi alanlarda beslenme zemin bulan kadın düşmanlığı, nahif gibi görünen fakat erkek otoritesini idame ettiren bir gerçeklik olarak toplum bilincine sirayet ediyor. Sporda şiddet konusunda yaptığı çalışmalarıyla tanınan Doç. Dr. Nefise Bulgu, milliyetçilik kavramını da dahil ederek bu konuda şöyle diyor: “Milliyetçilik de bir savunma, korunma, kimlik göstergesidir. Özellikle globalleşme ile beraber kimliklerde bir kaybolma, yitip gitme süreci yaşanıyor. Dünyada da yerel kimliklerin çok fazla öne çıktığını görüyoruz. Küçük küçük bölgesel kimlikler var ama bunun yanında şu anda bir ulus devleti koruma endişemiz de var. Böyle olunca da tribünler kendimizi gösterebileceğimiz, düşüncelerimizi, davranışlarımızı özgürce belirtebileceğimiz yerler olarak karşımıza çıkıyor. Tribünlerde de milliyetçilik yükseliyor, şiddeti de körükleyerek. Şiddet ve spor erkekliğin meşru alanı. Bu geçmişten beri böyle. Günümüz futbol tribünlerinde, sahalarında ataerkil ilişkiler sergileniyor. Çünkü sporda şiddet, erkek kimliğini yansıtıyor. Yükselen milliyetçilik de bu şiddeti yine bir erkek eylemi olarak meşrulaştırmakta. Neden mi? Çünkü milliyetçilik ve erkeklik tarihsel süreçte birlikte anılırken, spor hep güçlü bir araçtı diğer yanda. En güzel tezahürünü spor sahalarında görüyoruz böylece.” Sözünü ettiğim kitlesel nefreti tanımlayan bir açıklama bu; taraf olma ve kendinden olmayanı bertaraf etme durumu, ‘öteki’ üzerinde otorite kurma, iktidarı elinde tutma gayreti.
Nefise Bulgu, taraftarlığı ise şöyle açıklıyor: “Taraftar olmak bir bütün olmaktır, bir kimliktir. Ülkemizdeki futbol açısından taraftar, karşısındaki rakibini 'öteki', olarak görmektedir. Yani; taraftar, burada karşı tarafa üstünlük kurma isteğinde olandır. Bir grup davranışıdır aslında taraftarlık. Sosyolojik boyutuyla bir grup kimliğidir. Varlığını ötekiyle tanımlar grup. Sahada takımı kazanırken, tribünde karşı tarafa üstünlüğünü hissettirmek ister.” Peki, erkeklerin kendilerini var edebilecekleri başka alanlara yönelmeyip futbol nezdinde holiganlık kimliğine sarılmalarını nasıl açıklayabiliriz? Sayın Bulgu’nun tespitleriyle devam ediyorum: Burada, toplumsal bellekteki ataerkil ilişkiler devreye giriyor. Toplumsal benlik, ulus bilinci derken bu ritüellerin içinde zaten şiddet var. Eski Türk Edebiyatı'na bir bakın. Dede Korkut Hikayeleri’nde ergenliğe geçiş kahramanlık ister, güç ister, bunun için de şiddet kullanımını ister. Güney Amerika'da bir yerli kabilesinde ergenliğe geçiş aşamaları hala ölümle noktalanabiliyor, geleneklerini sürdürüyor bu klan. Böyle bir toplumsal geçmiş var, bu aşamalardan geliyorsunuz. Sanayi Devrimi ile birlikte ulus-devletlerin ortaya çıkmasıyla, geçmişten getirdiğimiz şiddet artık belli bir egemenlik altına girdi. Toplumsal belleğimizle günümüze gelen şiddet davranışlarının sadece belli bir yerlerde kullanılmasına izin veriliyor ve spor da bunun kullanılabileceği bir alan olarak görülüyor.”
Tüm bunlarla birlikte ve bunlara karşın yeni bir kültür yaratmak, dili güncellemek ve şiddeti egale eden, doğru davranış bilinci geliştirmek mümkün. Erkeklerin, bu anlamda bir özeleştiri sürecine girmesi ve kendilerini yeniden tanımlaması gerekiyor. Gelinen süreçte, kadınlar olarak, şiddeti meşrulaştıran her alanda söz üretmeye ve bu şiddetle mücadele etmeye kararlıyız. Hep söylediğim ve inandığım gibi: Başka bir dünya mümkün.
Okuyucuya sevgi ile.