Seferihisar’da yapılan Basın Kampı’na ulaştığımda genç gazeteci arkadaşlar “Hocam, bu bunalımdan nasıl çıkacağız? Bize yol gösterin…” türünden şeyler söylediler. Ne diyeceğimi bilemedim. Aklıma büyük İspanyol şairi Antonio Machado’nun Yol adlı şiirindeki dizeler geldi.

Cep telefonumdan şiirin İngilizcesini internetten bulup (Yaşasın teknoloji!) dilimize çevirdim:

“Ey yolcu, tek yol

Senin ayak izlerin, başka yol yok

Ey yolcu yol yok;

Kendi patikanı açarsın yürüdükçe.

Yürüdükçe kendi yolunu açarsın.”

Evet, hazır yol yok, olsa olsa yürürken bıraktığımız ayak izleri var.

Ve onlardan sorumluyuz!

Demek ki durmamalı, yürümeliyiz!

Ne yapsak şu yapay zekayı

Arkadaşların çoğu yapay zekâ konusunda kaygılıydı. Hem işlerini ellerinden almasından hem de insanları sahici olmayan bir dünyaya kapatıp robotlaştırmasından korkuyorlardı.

Ve blogda pek çok kez yazdığım gibi, tümüyle haksız sayılmazlar.

Ama o işin yalnızca bir yönü. Yapay zekâ Alaeddin’in lambasından çok daha marifetli. Bilenlere, patika açma konusunda, havsalanın almayacağı olanaklar sunuyor.

Genç gazeteci arkadaşlara, baskıcı sistemin gece gündüz üfürdüğü balonları patlatmak için yeni iletişim teknolojilerini kullanma konusunda çok bilgili ve marifetli olmaları gerektiğini anımsattım. Ona gelip geçecek bir moda gözüyle bakamazlardı.

Hayat başkalaşıyordu. Onu iyi bilmeyenler kendilerini “etkisiz hale getirmiş”” oluyorlardı.

İki yanı keskin bıçak

Bilgi Üniversitesi’nden meslektaşlarım Erkan ve Sinem Saka’nın yaptığı sunum pek çok kişiye parmak ısırttı. Yapay zekâ, tıpkı internet gibi gazetecilik mesleğinin vazgeçilmezleri arasına giriyordu. Hatta girmişti bile.

Telefonun mucidi Alexander Graham Bell 1870’lerde icadına şüpheyle bakan ve ne gereği var diyenlere “Küçümsemeyin, bir gün gelecek her şehirde bunlardan bir tane olacak!” demişti.

Evet, belli ki çok yakında her gazetecinin telefonunda birçok yapay zekâ programı olacak!

Peki, ama hangi amaçla kullanılacaklar? İnsanlara doğruları dosdoğru söyleme amacına yardım etmek için mi, yoksa belirli güç odaklarının sistematik olarak ürettiği yalan balonlarını parlatmak için mi?

İletişim teknolojilerinin iki yanı keskin bıçak olduğunu tarihten biliyoruz. Başlangıçta özgürlük alanlarını genişletici yanı öne çıkıyor, sonra güç odakları onları kontrol ve baskı araçları haline dönüştürüyorlar.

Bugün de durum öyle: İnternet ve sosyal medya gibi yapay zekayı da daha özgürlükçü, daha adil ve daha temiz bir dünya için kullanmayı başarabilecek miyiz? Onları insanların bilişsel yeteneklerini köreltmek için değil, olgusal dünyayı daha iyi anlamalarını sağlamak amacıyla kullanmalarını sağlayabilecek miyiz?

Yeni tartışma ekseni

İnsanlığın geçirmekte olduğu dönüşümün ne kadar büyük olduğunu kampta yaptığım konuşmalarda da sık sık dile getirdim. Her gün kullanılan mecraların ötesinde, temel kavramların içeriği farklılaşıyor, tartışma eksenleri kayıyordu.

Örneğin gazetecilik alanında temel tartışma ekseni asırlardır doğru-yalan ekseni olagelmişti. Gazeteciliğin demokratik işlevini vazgeçilmez sayanlar “doğru”lar için, “yalan”lara karşı mücadele ediyorlardı.

Ancak son dönemde yeni bir eksen belirginlik kazandı: Sahiciler-sahteler. “Fake news”, dezenformasyon, “deep-fake” gibi çok tartışmalar bu yeni eksen üzerinden yapılmakta. Neyin gerçek ya da sahici olduğunu anlamakta gittikçe daha fazla güçlük çekiyoruz.

Yapay zekanın yaygınlaşması bu yeni ekseni daha da önemli hale getiriyor. Artık şu soruyu daha sık sormaktayız:

Tüm bu okuduklarımız, görüp duyduklarımız sahiden oldu mu, yoksa uydurma, düzmece, kandırmaca mı?

Önümüzdeki Amerikan seçimlerinde bu tartışmaların doruğa çıkacağı söyleniyor.

Kamptaki konuşmalardan anladık ki, bu eksen üzerinden yapılacak tartışmaları kazanmak için gazetecilerin yapay zekanın olanaklarını sahtekarlardan daha iyi kullanmaları şart!

Adımlarımızı sıklaştırıp, o patikayı bir an önce oluşturmalıyız!