Çok Freudyen olacak biliyorum ama eleştirileri göze alarak bir daha söylemek isterim: İnsanların davranışlarını belirleyen, aşktır. Hadi yumuşatalım: Aşk, insan davranışlarını belirleyen etkenlerin başında gelir. Bunu nereden çıkardım? Şunlardan: 9 Ekim 1989’da kaybettiğimiz hemşerim Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli ile Aylak Adam, T. Mann’ın Venedik’te Ölüm, Nabokov’un Lolita, Flaubert’in Madame Bovary ve Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah ve Halid Ziya’nın Aşk-ı Memnu ve elbet Tolstoy’un Anna Karenina adlı romanlarından…
Anayurt Oteli’ndeki otel kâtibi Zebercet’in bir gece kalıp gittikten sonra bir daha dönmesi ihtimal dışı olan kadına ‘anlaşılmaz bir tutkuyla’ âşık olması, o bağlanmanın etkisiyle savrulması, cinselliğin pençesinde kıvranıp durması, onu cinayete ve sonunda intihara sürükleyen dürtü nedir, söyler misiniz? Ya da Aylak Adam’daki C’nin kent sokaklarında bir o yana bir bu yana sürüklenmesi nedir?
Gelelim Venedik’te Ölüm’e… Bütün mümkünleri aşan güzelliği genç bir oğlan çocuğunun yüzünde bulup onun peşi sıra gitmek nedir? Tıpkı manyetik bir alana girip bütün ölçülerini yitiren bir makine gibi… Tadzio adlı Polonyalı çocuğa beslediği takıntıya ne diyebiliriz sizce?
Hiçbir şey demeyin. Lolita’yı okudunuz mu? Doktor Humbert ile Dolores’in aralarındaki yaş farkına, yalnızca buna takılırsanız boşuna okumayın derim. Çünkü Doktor Humbert’i Lolita’ya doğru çekip Birleşik Devletlerin dört bir yanına savuran basit bir cinsellik dürtüsü değil. Çünkü Doktor, çocukluk yıllarında tifo yüzünden kaybettiği o ilk aşkının peşindedir ve yıllar sonra Dolores’in bütün davranışlarında onu görmüştür. Çünkü Dolores, yani Lolita artık Lolita değil, o ilk aşktır, o ilk yürek yangınıdır.
Tolstoy’un Anna Karenina’sını genç bir subayın arkasından sürükleyen sizce sıradan bir evliliğin bıkkınlığını aşarak farklı bir serüven yaşama arzusu mudur? Öyledir belki. Çünkü aklın ve mantığın çok ötesine firar edip tutkunu olduğu aşkının peşi sıra gitmenin belki de temelinde hani şu “kabuğunu kırmak” ya da “cendereden çıkmak” çılgınlığı yatıyordur. Evet, çılgınlığı… Sürüp giden bir evliliği yıkmanın psikolojik temelinde yalnız “aşk yaşamak” arzusu olamaz, tek başına bununla açıklanamaz gibime geliyor. Biz sıradanlar, her şeyin kendi yasaları çerçevesinde yürüyüp gitmesini isteriz. Bunun için yasalar yapar gelenekler uydururuz ama doğanın yasaları, herkes de bilir (ya da bilmeli ki,) bütün yasaların üstündedir. Dağın yüzeyini kazmanın hiç gereği yok, anlam, çok derinde çünkü.
Geçenlerde 60 yaşını geçip gitmiş bir dostum şöyle dedi bana: “Biliyor musun, âşık olmayı özledim yahu!” İnanın, kendime uzun süre gelemedim.