“Ama ben, ne yaptımsa, / Mağaramdan çıktığımda,/ Bahar içeride kaldı.”

Dil konusundaki titizliğiyle tanıdığım Demet İskeçeli hem çektiği harika bir mağara fotoğrafını koymuş X’teki sayfasına, hem Cevdet Karal’a ait bu üç dizelik şiiri iliştirmiş. Okur okumaz, “Keşke şu üç dizeyi ben yazmış olsaydım!” dedim. Tabii yalnız bu değil, buna benzer, yani “Keşke ben yazsaydım” dediğim o kadar çok dize-şiir var ki… Sözgelimi, A. Kadir’in Çile adlı şiirinin o son iki dizesi keşke benim olsaydı: “Sen orada dalından kopmuş bir zerdali gibi dur / Ben burada zerdalisiz bir dal gibi kalayım.” Hatırladıkça içim acır. İçimi acıtan bir şey yaşamışsam, (sözgelimi bir ayrılık, bir uzaklık,) bu iki dizeyi mırıldanırım.

Söylenir: Bedri Rahmi Eyüboğlu vakti zamanında “Nerede bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım” demiş. Beni de şiir yazmaktan uzaklaştıran, başkalarından çok güzel şiirler okumak oldu. Geçenlerde Hüseyin Ferhad’ın “Aşktır, Nerede Görsem Tanırım Onu” adlı şiirini okudum. Döndüm, bir daha okudum. Sonra bir daha… Bir ara Bostanlı’da aynı apartmanda oturmuştuk. Şimdi Kuşadası’nda. Telefon açıp bu kadar güzel bir şiire emek verdiği için kutladım. Kim ne derse desin, Hüseyin Ferhad iyi şairdir. O şiiri ha Ferhad dostum yazmış, ha ben… O şiir artık benimdir. Tıpkı Turgut Uyar’ın Çokluk Senindir adlı şiiri gibi. Son iki dizesini birlikte hatırlayalım mı?

Ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın

Aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.

Siz önüne gelenin karaladıklarını şiir diye kakalamasına bakmayın; alayı kalp onların, sıradan bile değiller. Oysa edebiyata doğru düzgün hizmet etmek için ille de yazmak zorunda değiller. Okusunlar efendim, Nâzım’ın P. Safa’ya dediği gibi, “evirip çevirmeyi, göze girmeyi filen bırakıp” okusunlar. Şu pazarlamacılığı bıraksınlar.

Ben hâlâ Nezihe Meriç’ten, Sevgi Soysal’dan, S. Ali’den, Sait Faik’ten, Haldun Taner’den, Orhan Duru’dan, Tarık Dursun K.’dan, Oktay Akbal’dan, Çehov’dan, O. Henry’den, Marquez’den, Dostoyevski’den, S. Zweig’dan, Thomas Bernhard’dan iki satır bile okumamış zevatın hangi cesaretle “Ben öykücüyüm!” diye arz-ı endam ettiklerini bir türlü anlayamam. Bakın henüz Maupassat’tan, Cortazar’dan, Bilge Karasu’dan filan söz etmedim.

Üç-beş yıl önce K. Maraş’tan kovulunca Ceyhan’a geçip oradaki kitap şenliğine katılmıştım. Ama ne şenlik! Stantları öbek öbek gezen yaşları 13-18 arasındaki genç öğrencilere hiç Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den okuyup okumadıkları sordum. Tanımıyorlardı bile! Piyasanın kitap adı altında çıkardığı, yazınsal değeri sıfırın bile altında matbaa mürekkebine bulanmış nesnelere besledikleri ilgi hazindi. Psikopat, Asansör filan gibi garip isimli şeyler… Velhasıl, düzeysizlik her yanı sarmış, her yanı!