Son dönemde sürekli duyduğum kelimelerden bazılarının aslında duymazdan geldiğimi de fark ettim, emlakçı! Bir insan taşınamazını satmak/kiralamak istiyor ama taşınamazını satmak/kiralamak için yeterli duyuruyu yapamıyor ya da uğraşmak istemiyor. İşte bu durumda devreye sevgili dostlarımız emlakçılar giriyor. Belirli bir komisyon karşılığında başımız ağrımadan devir işlemlerine gelinecek noktaya kadar bizimle hareket ediyor. Bir insanın kendi mülkiyetinde olmayan bir şeyin devri karşılığında emek harcayarak para kazanması çok akıllıca gibi geliyor ama etik değil bence. Bu noktada -eğer varsa- Türkiye Emlakçılar Odası Birliği’ni karşıma almış olabilirim.
Öğrencilik döneminde emlakçıdan ev kiralamıştık, ev sahibimizi görmemiştik bile. Emlakçının dediğine göre ev sahibimiz Hollanda’da yaşıyordu ve kafamız rahat olurdu bu sayede, kiramızı gününde yatıralım yeterdi! Gel zaman git zaman bir gün kapı çaldı ve içeriye selam vererek bir emmi girdi ama görmeniz lazım, Sahraaltı Afrika ülkesinde elli yıldır tüm halka kan kusturan diktatör gibi birisi. O emmi Hollanda’dan gelen ev sahibimizmiş, üç gün boyunca bizde kaldı çünkü tek barınma yeri burasıymış. “Neden otelde kalmadı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim ama emlakçı, emmi gelmeden bizi arayıp; ev sahibimizin Türkiye’ye geldiğini, cenazesi olduğunu ve üç beş gün bizde kalabilirse daha sonrasında gideceğini söylemişti. Biz de olur demiştik çünkü kirayı bir buçuk ay gecikmeli ödüyorduk. Neyse, emmi geldi, üç gün kaldı, çayını içti, yer yer baklava desenli açık kahverengi çoraplı ayağının birini altına alarak oturdu, uykusu geldiğinde çiftçi kasketini çıkarıp kafasının yağını kırlente bulaştırmak suretiyle çekyatı açmadan uyudu ve üç günün sonunda evimizden gitti. Ama ev sahibimiz Hollandalı emmi bizimle “merhaba gençler, nasılsınız, keyfiniz nasıl?” gibi sorular dışında hiç konuşmadı. Aradan çokça süre geçtikten sonra kontratı yenilememiz gerekti ve emlakçıya gittik. Ev sahibi bizden memnun, emlakçı mutlu, biz aynı evde kalmak istiyoruz, yani kısacası sorun yok. “Arkadaşlar” dedi emlakçı, “ev sahibi dedi ki, yüzde on artış ile kalmak istiyorlarsa kalsınlar, yoksa kabul etmiyorum dedi” diye cümlesini bitirirken, “Aman abi, yapma, etme, nasıl artışmış bu, bak biz öğrenciyiz, aynı evde üç kişi kalıyoruz zaten…” gibi serzenişlerimize kulak asmadı emlakçı. Baktık olmayacak, aramızdan sinirlenen bir arkadaşımız, “Sen versene abi şu ev sahibinin telefonunu, bi’ de biz konuşalım!” dedi. “Yav gençler adam Hollanda’da siz nasıl konuşacaksınız zaten çok yazar, boş verin, ben adamı tanıyorum, Nuh der peygamber demez, tok satıcı o!” dedi. Haa, işler orada değişti. Baktık emlakçı vitesi boşa alıyor yüklendik biz de, “abi sen ver benim dayım PTT’de çalışıyor, ona söylerim o arar, hem ucuza gelir, hem bi’ büyüğümüzle konuşmuş olur” dedi diğer arkadaş. “Ben veremem gençler, adam telefonumu vermeyin başkasına dedi, ben de veremem kusura bakmayın vallahi!” deyince uçurtmanın ipini saldım ben de, “bize aynı fiyattan evi kiralamazsan, akrabalarını zorla yanımıza koyduğunu polise şikayet ederim!” dedim. Rengi attı emlakçının. “Yok yav ne akrabası ehehe…” deyince de coştum, “Kasketli, yün hırkalı, baklava çoraplı Hollandalı nerde gördün dayı sen! Adam sadece çayla beslendi üç gün, kelime konuşmadı. Sivas’a gitsem sapsarı dişlerinden şimdi bulur getiririm valla! Aç telefonunu Hollanda’nın ülke kodunu söyle, hadi onu geçtim, Hollanda’dan bi’ il söyle!” deyince evi kiraladık. Şaka şaka… Dükkândan kovdu adam bizi, “güle güle gidin çocuklar” dedi, “evi de boşaltın bir haftaya severim yoksa sizi!” şeklinde iltifatlarla uğurladı sağolsun.
Evi boşaltırken geldi aynı emmi, meğerse ev sahibi hakikatten Hollanda’daymış, bu da artık kardeşi mi, kuzeni mi bilmem vekaletname ile evin kontratı, kirası, sözleşmesi neyi varsa artık ilgi alaka gösteren kısmına bakıyormuş. Depozitomuzu da vermediler zaten. Ama borcumuzu da kapattık sonrasında, borçluyken şov yapmıştık orası ayrı! Kısacası öğrenci kardeşlerime bir tavsiyemdir; ezdirmeyin oğlum kendinizi!