İlkokul üçüncü sınıfa giderken, o sene mahallemize yeni bir arkadaş gelmişti. Adını hatırlamıyorum ama çok iyi kalecilik yaptığı için biz ona “kedi” diyorduk. Kedi, kendi lakabını da çok benimsemiş olacak ki, ne zaman kavga çıksa herkesin ağzını yüzünü tırmalayarak hasımlarını sığınaklara gönderiyordu. Kedi’nin abisi Faruk vardı bir de. Faruk’un yeri bende çok ayrıdır çünkü ilk kafamı Faruk’tan yemiştim. Nedense abi kardeş ile ilgili hatıralarımın tamamı sopa yemek, kavga etmek üzerine. 1996 senesinin Şubat ayında Faruk on iki yaşına girecekti. Faruk’un doğum tarihi 29 Şubat 1984 ve Faruk kendinden küçüklerin kendisine “Faruk Abi” demesini istiyordu. O zamanın verdiği ukalalık ile gidip, “Faruk, sen benden küçüksün, senin bana abi demen gerek. Bu ayın 29’unda sen üç yaşına gireceksin.” dedim ve işte o gün ilk kafamı burnum ve alnım arasında bir yere yedim. Arkadan Kedi de koşarak gelince eve kaçtığımı hatırlıyorum. Panini’nin Europe’96 çıkartma kitabında Figo ve Rui Costa’yı ilk o zaman görmüştüm.

***

Wikipedia’dan aldığım bilgilere göre Faruk’la aynı egoya sahip olan ve Farukgillerin atası olduğunu düşündüğüm Julius Caesar yüzünden yemiştim ilk kafamı. Şimdi şöyle oluyor efendim, Romulus ki kendisi Roma İmparatorluğunun kurucusu, “Hacılar bu takvim işini bi düzene oturtalım, mesai günleri belli olsun” diyerekten ilk on aylık takvimi yaptırıyor. Ardından tahta çıkan Numa Pompilius ise, “On aylık takvimi de ben beğenmedim, on iki ay yapalım” diyor, kararnamesini muhtarların da toplandığı bir kongrede onaylatıyor. Kış mevsimleri aysız geçtiği için son iki ay Ocak (January) ve Şubat (February, Roma Arınma Tanrıçası Februus’tan dolayı) kış aylarına eklenerek son ay şubat oluyor. Yıllar güzel güzel geçerken Roma İmparatoru Julius Caesar tahta çıkıyor ve sonradan kendi adıyla anılacak olan şeylere (sezaryen, Sezar salata gibi) bir yenisini daha ekliyor, “Hadi bi takvim daha yapalım, adı da Julyen olsun!” diyor. (O sırada etleri uzun uzun doğrayan imparatorluk aşçısının bu sözü üzerine nasıl alındığı hakkında kaynaklarda geçen bir şeye rastlamadım). Neyse efendim, bu takvim 365 gün sürüyor ve her yıldan 6 saat artıyor. Artan bu 6 saatleri de birleştirip dört yılda bir 366. gün olarak ekliyorlar ama 366 sayısı 12’ye tam bölünemediği için sıkıntı çıkıyor. Kafası güzel biri aralarından çıkıp, “Bazı aylar 30, bazıları 31 gün çeksin.” deyince uğraşmayıp kabul ediyorlar. Esas hır gür şimdi başlıyor. Kendi adını da bir aya veren Julius Caesar, temmuz ayı benim olsun diyerek “Julius (July)” adını temmuz ayına yerleştiriyor. “Ama” diyor Caesar, “Benim ay 31 gün sürecek, bu duruma okey miyiz?” diyor, yılın son ayı olan şubattan bir günü alıp temmuza veriyorlar. Şubat da garibim işte, bi gezegen olup bi çıkarılan Plüton gibi, fikri sorulmadan günü alınıyor. 31 gün süren temmuz ayından haz etmeyen sonraki imparatorlardan Agustus, “Benim neyim eksik, sonraki ayın elemanı da ben olmak istiyorum” diyerek Agustus (Ağustos) ayına çöküyor. “Caesar’dan da eksiğim yok, benim ay da 31 gün olsun” deyince yine şubatın kapısı çalınıyor, bir gün daha alınıyor, şubat da kalıyor 28 gün. İşler iyice karışıyor, dört yılda bir, “Al şunu, genç adamsın, lazım olur!” diyerek cebine konulan bir güne de gelecekte bilim adamları çöküyor. Vay efendim neymiş, “Bir yıl normalde 365 gün 6 saat değil, 365 gün 5 saat 49 dakika 12 saniye”ymiş! FIFA gözlemci heyetinin katılımıyla 100’ün katı olan yıllardan sadece 400’e kalansız olarak bölünebilen yıllar artık yıl sayılıyor falan filan… Mafya düzeni şubat ayı üzerinde etkisini gösteriyor!

***

Özetle; tarihçesini mesnetsiz bilgilerle aktardığım şubat ayının artık yıl olması, günümüzde sadece kira verirken ekstra bir gün daha oturmamıza yarıyor. Einstein’ın dediği gibi, “Zamanın göreceli olmasını maaş ile ölçebiliriz. Eğer her hafta kira ödüyor ve iki ayda bir maaş alıyor gibi hissediyorsanız işte bu relativitedir!”