Uzun süredir bir ülkenin tüm kurumlarıyla çöküşüne tanıklık ediyoruz. Eğitimden sağlığa, ekonomiden tarıma dek her alanda yoksullaştırıldığımız çokça uzun bir süre. Birçoğumuz, hiçbir yerde kendimizi güvende hissetmiyoruz; varoluşumuzu korkusuzca idame ettirebileceğimiz tüm korunaklı alanlarımızı yitirdik. Paranoyalarımızın gerçeğe dönüştüğü, sosyal anksiyetenin şiddetlendiği, günbegün intiharların kitleselleştiği, distopik bir sürecin esirleriyiz. Kendinden olanı ihya, dışarda kalanı rezil rüsva eden bir düzen inşasının seyircileriyiz. Tüm bunlar yaşanırken, en esaslı yarayı alan hiç kuşkusuz adalet-hukuk-yargı cephesi oldu. Bir toplumda yargı mekanizması işlevsiz kılınmışsa o toplumda yıkım başlar.
–Başladı. Domino taşı gibi birbirimizin üzerine devrilerek yola devam etmeye çabalıyoruz ve elbette devam edemiyoruz. Çünkü Maurice Dueverger’in “Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar.” sözünün ete kemiğe bürünmüş ülkesindeyiz. Siyaseten yapılan tutuklamalarla halkların terbiye edilmek istendiği bir dönem bu. Her yere nefret tohumu ekilerek, ‘vatan haini’ hasadının –bereketle- toplandığı, yankısı bana dek uzanan dehşet verici bir dönem. ‘Bana dek’ diyorum, çünkü salt sosyal medya paylaşımlarım gerekçe gösterilerek 4 yıl 8 ay ceza ile yargılanmışlığım; yaşamımın toplamda üç yıla yakın bir bölümünü hapishanede geçirmişliğim gerçeği bir uzvum gibi benimle birlikte yaşıyor. Devam etmekte olan denetimli sürecim ve de başka davalar ise gölgem gibi yakın takibimde. Mental, ruhsal ve bedensel anlamda hasar tespiti yapabilecek kadar bile yavaşlayamadım henüz çünkü üzerimize çevrili bir silah var ve durmaksızın koşmak zorundayız. Ben bu koskoca kıyım denizinde ufacık bir damlayım elbette; resmi verileri bilmemekle birlikte sayımızın milyonlarca olduğundan eminim. Siyasiler, hukukçular, gazeteciler, öğrenciler, sanatçılar, milyonlarcayız.
Uzun süredir tutuklu olan, Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı, avukat sevgili Selçuk Kozağaçlı’nın ‘Savunmalar: Kendi Adımıza Asaleten Ezilenler Yoksullar Adına Vekaleten’ kitabında ‘Hukuk Devleti ve Adalet’ başlıklı bir yazısı mevcut. Oradan çok değerli bulduğum bir aktarımı paylaşmak istiyorum sizinle: “Hukuk Devleti’ni kutsal ineğimiz ilan etmeden önce, etraflıca bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Aslında bu haksız bir benzetme oldu: Hindular acıkınca ineklerini yemez. Dini bir benzetmeye gerçekten ihtiyaç duyuyorsak, sizinki daha çok Mekkeli Müşriklerin helvadan put yapmasına benziyor. Çünkü ihtiyaç duyduğunuzda, ne kadar putlaştırmış olursanız olun ‘kutsalınızı’ yiyorsunuz.”
Bunlarla birlikte ve bunlara karşın apaydınlık bir sabaha uyanacağız bir gün, biliyorum; safları sıklaştırarak ve dayanışmayı büyüterek tarihin bu pespaye döneminden kurtaracağız saçlarımızı. O günlere olan inancımızla bugünden sözleşelim. “Özgürlüğün geldiği gün / o gün ölmek yasak!”
Okuyucuya sevgi ile.