DÜNYANIN EN KÖTÜ İNSANI

(Verdens Verste Menneske)

Norveç, 2021, 128 dk.

Y: Joachim Trier                                                                                          

O: Renata Rensve (Julie), Anders Danielsen Lie (Aksel), Herbert Nordrum (Eivind), Maria Grazia Di Meo (Sunniva)

Filmin notu: 4 yıldız

Kuzey Avrupa sinemasının kendine has bir karamsarlığı, kara mizahı ve tuhaflığı, hatta kimi ülke sinemalarının bu anlamda haklı bir ünü var. Zaman zaman hem bu stile dair örnekler açısından hem de yepyeni denemelere kapı açan şaşırtıcı filmlerle karşılaşıyoruz. Dünyanın En Kötü İnsanı da böyle bir film. Kuzey Avrupa’nın eriştiği refahın içinden, modern topluma dozunda bir mizahla ve gündelik yaşamın gölgede kalan karanlığından bakıyor. Dahası filmin izleyiciye yavaş yavaş nüfuz eden, etkisi sinemadan çıktıktan sonra genişleyen, düşündükçe ana karakterinin dünyasına daha çok yaklaştıran bir anlatımı var.

Belki okuyucularımız yokluğumuzu fark etmiş hatta sayfamızı özlemiş olabilirler. İki haftalık zorunlu bir boşluktan sonra Sinema Gezgini’ne dönüşü bu filmle yapmak ayrıca keyifli oldu. Zira bu film sayesinde Norveççenin nasıl güzel, hoş tınılı bir dil olduğunu görmüş olduk. Bunu da ayrıca kazanç hanesine yazmak gerek.

YÜKSELEN BİR YÖNETMEN

Filmin yönetmeni Joachim Trier, aslen Danimarkalı, üstelik biraz uzaktan Lars Von Trier’in akrabası. Tabii sinema sanatı içinde olmasının Lars abiyle ilgisi yok. Bir söyleşide iletişimde olmadıklarını belirtiyor. Sinemasal bakışları da pek benzer sayılmaz. Joachim Trier, şimdilerde orta kuşak sinemacılar arasına giriş yaptı ama ilk filminden bu yana takip edilen, sonraki filmi merakla beklenen bir yönetmene dönüştü. 2017 yapımı Thelma filmiyle uluslararası alanda tanınır hâle geldi. Şimdi Dünyanın En Kötü İnsanı’yla ününü pekiştiriyor. Film bu yılki Oscar ödüllerinde ilk beşe girebilir. Geçen yıl yine bir Kuzey Avrupa filminin (Körkütük / Druk) ödül aldığı düşünülürse o bölgenin dünya kültürüne ve sinemasına kattığı değerleri takdir etmek isteyebilirler.

GÜÇLÜ BİR KARAKTER

Avrupa sinemasında bu bölgenin son yıllarda sinemaya ve yerleşik kültüre sunduğu değerler aslında temelde bireyin modern yaşamdaki yerine işaret ediyor. Az önce bahsi geçen Körkütük de orta yaş krizi içinden benzer bir sorgulamayı ele alıyordu. Dünyanın En Kötü İnsanı’nda tanıdığımız Julie ise hayat amacını keşfetme yolunda bir genç. Çok zeki ve çalışkan. Müthiş notlarla ülkenin en iyi tıp bölümüne girip aradığını bulamadığı için bırakıyor. Sonra psikolojiye merak salıyor. Ardından da asıl istediğinin fotoğrafçılık olduğuna karar veriyor.  Fakat bütün bu süreç boyunca gönül ilişkileri ıskalanmıştır ve yaşamına giren Aksel’le birlikte Julie, toplumun belli bir yaştan sonra kişiye sunduğu modelle karşı karşıya kalır: Aile kurmak.

Buradan sonrası biraz sürprizli. Hikâyenin gidişatı tipik bir romantizme kayacak gibi görünürken Trier şükür ki seyircinin beklentilerini her seferinde bozuyor. Film her şeyden önce çok iyi çizilmiş bir insan portesine sahip. Ne istemediğini bilen ama ne istediğini bir türlü bulamayan bir karakter Julie. Zaman geçiyor, tercihler değişiyor, mutsuzluklar oluyor. Bununla birlikte aktarılan tek karakter de o değil. Modern toplumsal yaşantıda dizginlediğimiz karanlık yönlerimize, kendimize bile itiraf edemediğimiz özelliklere ilişkin karakter tahlilleri var. Aksel örneğin,  insanın ilkel  yanına ilişkin yönleri sanatın bir dalı olan karikatürle gideriyor. Julie ise içindeki dizginlenemez şeyleri bir biçimde ortaya çıkarmayı ve nasılsa öyle davranmayı tercih ediyor. Bu aynı zamanda onu çok güçlü kılan bir özellik.  Zaman zaman zayıf gösterse ve zor durumda bıraksa da…

TOPLUMSAL DAYATMALARA KARŞI

Fakat daha geniş bir yerden bakınca filmin toplumsal yaşamın bizi belli kalıplarda olma yönünde nasıl baskıladığına dair güçlü bir anlatı kurduğunu hissediyoruz. Bu açıdan özellikle günümüz kuşaklarının pek çok açıdan bağ kuracakları bir film var karşımızda. Julie’nin de özellikle Y ve Z kuşaklarının yaşadığı sıkıntıları, bunalımları cisimleştiren fakat bunları klişe bir düzeyde yeniden üretmeyen bir karakter olduğunu ekleyelim. Z kuşağından seyircinin filmden çıktıktan sonra Julie’yle, Y kuşağından olanların Aksel’le  özdeşlik kuracaklarını söylemek mümkün.

Film, adında gizli olan ‘iyi’lik, ‘kötü’lük kavramlarının da aslında toplumsal bir yakıştırma olduğunu vurgulamaya çalışıyor. Merkeze yerleşen bu durum, insanlığın yaşama dair memnuniyetsizliğine bağlanıyor. Oysa iyi insan nedir, nasıl bir varlıktır; içsel dünyanın karmaşası içinde hem psikoloji hem de felsefe düzeyinde yoğun biçimde sorgulanacak bir kavramlaştırma bu. Trier bence bunun farkında ve X ile Y kuşağı kültürü arasında kalan biri olarak yaşamın evrimleştiği noktada insanın durumun bakmaya çalışıyor. Oldukça etkili, düşündüren bir film çektiğine şüphe yok. Filmde Julie’yi oynayan Renate Reinsve’nin Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü aldığını da anımsatalım. Vaktiniz varsa filmi gösterimden kalkmadan Karaca Sineması’nda görmenizi öneririm.