Kısa bir moladan sonra yeniden merhaba. Hangi konuları konuk etsem diye düşündüm bugünkü köşeme. Yaşadığımız coğrafyanın ajandasında o kadar çok gündem var ki, insan hangisini dile getirse diye karar veremiyor bazen.
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nü her yıl olduğu gibi bu yıl da içimiz buruk kutladık. 1,5 yıl süren mücadeleden sonra Şule Çet davasından çıkan sonuç bir nebze su serpmişti ki yüreğimize, 20 yaşında kalbine saplanan bıçakla katledilen Ceren Özdemir’in acısıyla kavruldu yüreğimiz. Hatırlarsınız, tecavüze uğrayarak katledilmişti Şule. Sanıkların avukatı Şule Çet’in bakire olmamasını, bira içmesini ve erkeklerle tokalaşmasını zırvalayarak savunma yapmaya çalışmıştı. Katillerin değil, öldürülmüş bir kadını yargılayan çürümüş zihniyete karşı verilen mücadele hukuki bir zaferle sonuçlandı. Kuşkusuz sanık avukatının mahkemede şikayetçi olduğu sosyal medyanın bu hukuk zaferinde payı yadsınamaz. Adaletin tesis edebilmesinin en önemli aracının artık sosyal medya platformlarının olması bize kendimizi nasıl hissettirmeli bilemedim. Şule Çet’in katilleri Çağatay Aksu müebbet ve 12 yıl 6 ay hapis cezası, Berk Akand ise 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Şimdi sıra Ceren kardeşimiz için mücadele etmekte. Kimsenin kuşkusu olmasın, Ceren’in katili hak ettiği cezayı alana dek onunda takipçisi olacağız.
Hem cennet anaların ayağı altındadır deyip, hem de birine sinirlendiğinde anasına söven birçok iki ayaklı oksimoronla kutladık yine 5 Aralık’ı hamdolsun. Kadın kimliğini araçsallaştırıp, eşitlik üzerine türlü methiyeler düzenleri izledik.Lafa gelince mangalda kül bırakmayıp, icraate gelince buhar olanların bu popülist yaklaşımları artık tribünlerde karşılık bulmuyor yalnız,bu da iyi bilinsin.
Türkiye’de gittikçe artan kadın cinayetlerinin tek sorumlusu öldürme fiilini işleyen katiller değil. Kadın kimliği üzerinde tahakküm kuranlar, taktığı kravata göre iyi hal indirimi yapanlar, cinayetleri meşrulaştırma gayretinde olan televizyon ekranlarındaki kimi maymunlar da en az katiller kadar bu suçların müsebbibidir.
Televizyon demişken, kadın seyircisine verdiği eril ve çirkin cevabı ile erkek oyuncuları libidosuna göre sınıflandırdığı röportajı sebebiyle ülke gündemine oturan oyuncu Can Yaman üzerine pek bir şey söylemeye değer görmüyorum. Diyeceğim, vücudundaki kanın, şahsileştirdiği organından beynine varmamasından ötürü sahip olduğu aciziyetliğin dışa vurumu bu saçmalama.
PISA sonuçları açıklandığından beri eğitim sistemimizi şapkayı önüne koyup düşünen kaç yetkili var, muamma. Geçenlerde twitter hesabımda bir bilgi yarışmasından kesit video paylaşmıştım. Türk Milli Eğitim Sistemi’nin mihenk taşı, Köy Enstitüleri’nin kurucusu siyaset adamı Hasan Ali Yücel’di cevap. Orhan Ali Güzel oldu, Osman Ali Püren oldu, deneye yanıla bilindi sonunda. Yarışmada yer alan öğretmelerden tarafıma ulaşan oldu. Yarışmacıların değil ama durumun bütünüyle değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Ayrıca, kamuoyu vicdanında yer bulup binlerce kişinin paylaştığı, iki milyondan fazla insan tarafından Hasan Ali Yücel’in yeniden anılmasına mı sevineyim,yüzleşmeye korktuğumuz toplumsal gerçekliğimize mi üzüleyim yoksa,onu bilemedim.
Kimi zaman sokakta katledilen, kimi zaman toplumsal hayatta görünmez duvarların ötesine itilen kadınlar, bu ülkede 85 yıl önce birçok dünya ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkını elde etti. 1935'teki seçimlerde 17 kadın meclise girdi. Günümüzde meclisteki kadın oranıyla dünyada 118. sıraya gerileyen Türkiye, o dönem dünyada ikinci sıradaydı. Siyasal ve toplumsal yaşamda kadınları özne olarak var eden ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı ve şükranla anıyor, 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü'nü kutlayarak iyi haftalar diliyorum.