“Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu
Bahçeler put kesildi birer birer
Meyveler salkım saçak taş
Bir bulut uçardı
Başıboş bedava
Yandı kül oldu
Hüzün geldi başköşeye kuruldu”, diyen Bedri Rahmi gibi onlar da hüzün doluydular 10 Ekim 2015’ten beri. Günler öncesinden İzmir’e yolculuk için birer bilet almışlardı. Otobüste bilet kontrolü yapılıyordu. Muavine bileti gösterdi içlerinden biri. Sonra hüzünlü gözlerle muavine baktı. Belli ki muavinin diğerleri gibi hiçbir şeyden haberi yoktu ve bileti gösterdikten sonra elleri titreyerek cebine koydu ve içinden: ”Dokuz ay önce Ankara’da bir bombalı saldırı olmuş ve Türk, Kürt, Laz, inşaat işçisi, öğretmen, Cumartesi annesi, öğrenci, sosyalist, anarşist, demokrat, bilim adamı…101 aydınlık beyin öldürülmüş. Haberin var mı?” diye haykırarak söylemek istedi.
Sonra otobüsün camından batan güneşe inat :”Hani biz mavinin yeşilin cenneti İzmir’e, tatil için falan da gitmiyoruz! Sadece ben de değilim. Bakarsanız göreceksiniz! Bizden binlercesi var. Kimimiz otobüsle kimimiz yüreğimizle çıktık bu yola. Bunun için her birimiz bir bilet almış olduk İzmir’e; karanlık, kanlı 10 Ekim‘imin Ankara’sını anlatmak için!” dedi, usulca, kimseler duymadan.
Ne zor geçmişti yolculuk… Ankara, İstanbul, Adana… Ve birçok yerden bindiklerinde otobüslere; acılarını, öfkelerini ve hüzünlerini yollara döke döke ulaşmışlardı İzmir’e. Belli hiç dinmemişti ve dinmeyecekti acıları.
Siz bir çocuğun pamuk şekerini kana buladınız o gün! Annelere koklamaya kıyamadıkları evlatlarının ellerini, saçlarını arattırdınız kan gölünün içinde. Kardeşlere, aynı tabaktan bir daha yemek yiyemeyecek olmanın acısını tattırdınız; arkadaşların tatlı sohbetlerini susturdunuz! Hüznü ve acıyı getirip ülkenin başköşesine oturttunuz.
Barış istiyorlardı sadece barış! Bombalı bir saldırının olacağını tüm emniyet birimlerine haber verdiniz, adam mı öldürdüler, hırsızlık mı yaptılar? Sadece barış ve daha aydınlık bir Türkiye istediler ve öldüler. Ve o gün siz aslında insanlığı koruyamadınız.
İstedikleri, Cahit Sıtkı’nın:
“Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun” dediği gibi bir şeydi: Saftı, güzeldi, insancaydı. Onlar böyle bir ölümü istediler… Ve siz onları parçalayarak öldürdünüz. Aslında siz o gün, bir ülkenin insanca, aydınlık yüzünü öldürdünüz.
Ölenler bir kere, hayatta kalanlar bin kere öldüler bu ülkede! Ve içlerinden birileri dokuz ay sonra bilet aldılar İzmir Barış Kütüphanesi’ne. Aynı gün aydınlığı peşinden yılmadan koşan bu kişiler, demokrasinin, laikliğin ve insanca yaşamanın kalesi olan İzmir’in Çiğli ilçesine 10 Ekim’de Ankara’da meydana gelen bombalı saldırıda yaşamını yitiren Gülhan ve Yılmaz Elmascan çiftinin isminin verildiği kütüphaneyi açmak için, aydınlığa bir ışık olmak için buluştular ve bir büyük acı ve hüznün parçası oldular…
Bir kütüphane daha açıldı aydınlık bir dünya için ve binlerce insan bu kütüphaneye geldiğinde bu ülkede değerler uğruna nice canların gittiğini bir kez daha hatırlayacak, belki burada ilk kez duyacak. Kütüphanenin her bir rafına, bu vahşi saldırıda ölenlerin isimleri verilmiş. Onları da okuyacaklar. Birileri onlara olanları anlatmasalar bile öğrenecekler! Barış ve özgürlük güzel bir şeymiş, diyecekler. Onları korumak için ellerinden geleni yapacaklar. Sonra kitapları okuyacaklar! Bu aydınlanma, emin olun bir gün çok büyüyecek ve hiçbir karanlık güç, en dayanılmaz baskıları yapıp binlercesini öldürse de bu aydınlanmayı asla durduramayacak!
Dünya’da nice kitaplar vardır, böylesine acıları anlatan. Tabi hiçbir kitap yaşayanların gerçeğini anlatamaz. Bize ancak hissettirir. En önemlisi de hayattaki duruşumuza rehberlik eder. M. Ender Öndeş’in dediği gibi kan kardeşi olunmuştu Ankara’da. Böylelikle Çiğli Belediyesi’nin önderliğinde İzmir’de kan kardeşler buluşmuş oldu. Hem de aydınlanmanın en büyük sembolik değeri olan kitapların çatısı altında! Karanlığın en büyük düşmanı kitaplardır. Bu karanlık okuyanı, aydınlık beyinleri hiç sevmez. Bundandır ölenlerin hiç unutulmayacak olmaları. Siz o aydınlık beyinlerin kan kardeşleri! Bir gün yine bir bilet alın İzmir’e. Belli mi olur barış içinde halay çekenleri, türkü söyleyenleri seyrederiz deniz ve göğün mavisinin buluştuğu bir sahilin önünde. Boğazımız düğümlenir, gözyaşlarımız karışır birbirine ve kan kardeşliğimizi hatırlar, yarınlarımız için daha da bir umutlanırız! Bu tür etkinliklerin, daha yaşanabilir bir ülke için diğer belediyelerimize de örnek olması dileğiyle…