“Len kız Barış gel hadi! Kitap okumayı bırak da şu direklerin ortasında, kalede dur.”
“Tamam tamam geliyorum ama hani bana bir daha kız demeyecektiniz?”
Okul zili çaldı. Uzun bir zırlama... Gün sonu zili diğer ziller gibi melodik değildi. Kulağında bu huzursuz zırıltı ile Barış okulun spor salonundan çıktı. Annesinin onu her zaman arabayla aldığı, okulun önündeki kapıya doğru yöneldi. Kendini bekleyen arabaya doğru dünyadan nefret ederek yürüdü. Yürürken “Şimdi arabada keşke babam da olsa kendimi nasıl güçlü hissederdim. Oysa babamı görmek için hafta sonuna kadar beklemeliyim.” diye düşünüyordu. Barış asık suratı ve dolu gözleriyle, yol kenarında kendisini bekleyen aracın sileceklerinin hareketlerini izleyerek, yağmuru umursamadan ağır ağır aracın içindeki annesine yaklaşıyordu. Koşuşturan anne babaların taşıdığı şemsiyelerin uçları gözüne girecek gibi olduysa da çoğunu fark etmedi. En sonunda sileceklerin sesinin yağmurun sesini bastırdığı yakınlığa gelince, arabanın kapısını açıp annesinin yanına oturdu, annesi daha bir şey sormadan Barış birikmiş bekleyen gözyaşlarını daha fazla tutamadı.
Kadın birkaç gündür kesilen alayların tekrar başladığını anlayarak “Gene mi?” dedi. Barış daha derin hıçkırıklarla ağlayarak, daha derin nefesler alarak annesine sözsüz bir onay verdi.
Geçen hafta Barış, annesine artık okula gitmek istemediğini söylemişti. Annesi “neden yavrum” sorularına tutarlı bir neden gösteremeyen oğlunun ağzını aramış, Barış da arkadaşlarının kendisine uzun zamandır Kız Barış dediklerini, bu durumdan çok utanıp üzüldüğünü ve artık okula gitmek istemediğinden bahsetmişti. Ertesi gün okula gelen annesi de bu durumu Barış’ın öğretmeniyle konuşmuş, öğretmen de Barış’la alay eden çocukların annelerine Barış’ın annesinin duyduğu rahatsızlığı iletmişti. Bu alaylar birkaç gün kesildiyse de şimdi her şey yeniden başlamış, az önce yağmur yağdığı için spor salonunda yapılan beden dersinde de bu durum tekrarlamıştı. Elinde kitapla tribünde arkadaşlarını izleyip ara ara da kitabı karıştıran Barış’ı arkadaşları: “Kız Barış hadi gel beraber oynayalım” diye çağırmışlardı ki Allah’tan zil çalmıştı. Barış ilkokul 5. Sınıfta, uzun kıvırcık saçları ve kız güzelliğinde yüzü olan 12 yaşında sarışın bir çocuktu…
Yağmurda koşuşan afacanlara, şemsiyelerini dikkatsizce savuran anne-babalara, çocuklarının çantasını ellerinden alan annelere baktı kadın, sileceklerin ve buğulanmış camın içinden. Okul çıkışının önüne -çocuklar birden yola çıkmasın diye- çekilen demirin üstünden atlayan çocuğa baktı, araba çarpacak diye korktu. İnsanın nasıl bir canlı olduğunu düşündü. Daha küçücük çocukken bile kendinden biraz daha güçsüz olduğunu hissettiği bir başkasını ezmekten keyif alıyordu insan. Ve bir de kendi çocukları şemsiyenin altındayken etraftan gelen tehlikelere karşı onları korumak isteyen anne-babalar, şemsiyelerinin başka çocukların gözünü çıkaracağını hiç aklına getirmiyordu. Oğlunun boynuna sarılıp koklayıp öperek kulağına “Merak etme Barış’ım yarın halledeceğim ben bu işi” dedi. Yavrusunun gözyaşlarını sildi. Barış annesinin verdiği teminatla biraz sakinleşse de okuldan eve yolculuk Barış’ın yer yer şiddetlenip artan ağlama ve hıçkırık seslerine yağmurun da yer yer hızlanıp yavaşlamalarını eşlik ettirmesiyle sürdü.
Anne, evinde başa çıkamadığı bir sorun yaşayınca önce boşanmakla hata ettiğini düşünür, sonra da kocasından da zaten hiçbir sorumluluk almadığı için boşandığını hatırlar ve kendine yönelttiği bu suçlamalardan vazgeçerdi.
Kapıyı anneanne açtı. Eve geldiklerinde gözleri kan çanağı olmuş Barış’ı gören anneanne, geçen ay içinde yaşananların tekrarlamış olduğunu (Barış’ın yüzünde hakarete maruz kalmanın verdiği o aynı mutsuz ifade vardı) anladı. Hiçbir şey yokmuş gibi Barış’ı neşeyle kucakladı, sarıp sevgi dolu laflar etti, çünkü bu konulara karışması her seferinde kızı tarafından uyarılmasına neden oluyor, tartışma çıkıyor, bir de tartışmada cevap verdikçe olay kavgaya dönüyordu. Her seferinde anneanne, dul kızının hayattaki tek tutanağının kendisi olduğunu düşünerek alttan almaya başlıyorsa da evdeki bu gerginlik Barış’ın anlayamadığı bir iletişim olarak gözlerindeki korkuya dönüşüyordu.
Evin camlarını döven şiddeti artmış yağmurun sesine, kendisine asla yol verilmeyeceği korkusuna kapılmış ısrarcı bir ambulansın sirenleri karıştı. Anneanne ve anne evde olanlarla yemek hazırlayıp bir sofra kurdu. Kitapların dünyasında kendi dostluklarını ve huzurunu bulmuş Barış da sofraya çağırıldı, odasından gelince de hep beraber yemeğe başladılar.
Anneannenin gözü yemek boyunca, aklı biran önce kitabına dönmekte olan torunundaydı. Anneyse ağzında gevelediği lokmaları yutmaya uğraşırken “Çalıştığım firma her gün işten yeni birini çıkarıyor bu berbat piyangonun bana vurmasına az kaldı. Oğlumun küçük yaşında hem okul çevresinde zor günler yaşamasının hem de evde babasız büyümesinin sorumluluğu da benim boynumda. Annemin dolduruşlarına gelip boşandım. Neden daha çok fedakârlıkta bulunmadım ki? Eşime karşı bulunmadığım fedakârlığı hayat başka yerlerden fazla fazla çıkarıyor şimdi benden. Barış’ın okulda yaşadığı sorunu öğretmenle beraber konuşmak istediğimi söylemek için eşimi aramalıyım ” diye düşünüyordu.
Anne aslında yemekte cismen duruyor ve oğlunun kendini doyurması sırasında yanında olmaktan başka bir şey yapmıyor, epeydir ağzına koymadığı, ucunda yemek olan çatalı elinde döndürüp duruyordu. Barış "Anne ben doydum” deyince annesi kendine geldi ve anneannenin çoktan sofrayı toplamaya başladığını fark etti.
Tatsız ve mutsuz yemekten sonra kadın telefona gitti, eski eşini arayıp yaşananları anlattı, yarın sabah okula beraber gidip öğretmen ile beraber konuşmalarının daha iyi olacağını düşündüğünü söyledi. Eşi de işyerinden izin alarak geleceğini söyledi. O sırada Barış duyup üzülmesin diye sessiz yapılan bu konuşmaları da, Barış bu oyunu bozmamak için duymuyor gibi yapıyordu…
Ertesi sabah, anne otuz beş yıldır uyandığı yağmur sonrası sabahlardan farklı olmayan bir sabaha daha uyandığını düşünerek, gözlerini güne açtı. Oğluna bir muzu zorla yedirip, çantasını hazırlayıp, arabanın anahtarını bulamayarak( işten çıkarılmaktan korktuğu için işe gitmek istemiyordu, bu ara sabahları hep arabanın anahtarını kaybediyordu ) kendini güne hazırladı. Anneannenin, torununa üzülen, kızına acıyan bakışları arasında sesinde kendinin de inanmadığı bir ima ile “Allah işinizi rast getirsin” i duyuldu kapanan çelik kapının aralığından…
Baba okulun önünde dün telefonda konuştukları gibi, oğlu ve eski eşiyle buluştu. Barış okul kapısının önünde kendilerini bekleyen babasını görünce koşarak boynuna atladı, bir anda okula gelmenin verdiği tüm huzursuzluğu unuttu. Sevincini annesiyle paylaşmak için annesine döndü. Barış kendiyle alay eden çocukların bakışlarını gördü, annesinin babasına bakışında. Ama umursamadı. Babasına sarılmak kitap okumaktan da mı güzeldi sanki…
Üçü beraber müdürün odasına gittiler. Eteğinin kesimi mi, ütüsü mü, rengi mi, yoksa baldırlarındaki şiş duran kaslar mı bu hissi yaratıyordu bilinmez, müdüre hanım işini önemsiyor gözüküyordu. Aileyi sıcak karşıladı, boşanmış ailedeki ürkekliği seziyor, anne ve babanın yüzündeki “Acaba biz de de bir suç var mı?” sorusunu okuyabiliyordu… Müdüre hanım sesinin otoriter olduğu anlarda ailenin suçluluğunun arttığını fark ederek utandı, “Zor dönemler geçirmiş olmanıza rağmen Barış’a bunu hiç yansıtmadığınızı mutlulukla görüyorum. Öğrencimiz sadece Barış’a değil birçok arkadaşına daha, bu tip aşağılamalarda bulunuyor. Aile ile çok net konuşup durumu çözmelerini sağlayacağız” dedi. Bu sırada baba eski eşinin ve müdüre hanımın da yüzüne şaşkınlıkla bakarak “Ben birkaç kişinin bu şekilde davrandığını sanıyordum” dedi. Müdüre hanım “Muhakkak birkaç kişi ama asıl bu olayları başlatan ve diğer arkadaşlarını tetikleyen bir çıbanbaşı var, biz öncelikle ve ağırlıkla O’nun ailesiyle konuşacağız, diğer çocuklarla ve aileleriyle de bu konuyu tekrar görüşeceğiz” dedi.
Müdüre hanım’ın çıkan sorunda üzerine hiç sorumluluk almayan ama çözüm bulacağını ima eden tavrı ve dağılmış da olsa bir ailenin fertlerine gösterdiği saygı anne ve baba’nın kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamıştı. Görüşme bitince müdüre hanım aileyi kapıya kadar geçirdi. Anne baba oğullarının elini uzun bir zaman sonra tekrar aynı anda tutuyordu. Anne baba Barış’ı geç kaldığı derse girmesi için sınıfına bıraktılar. Yaşadığı tüm tatsızlıklara rağmen Barış için müthiş bir keyifti bu sahne... Sınıfın kapısı açıldığında arkadaşları da görmüştü anne ve babasını.
Anne ve Baba konuşmadan okulun önünde duran kadının arabasına kadar yürüdüler. Sessizliği ilk bozan da anne oldu:
“İyi olacağını, hallolacağını düşünüyorum. Kaça kadar izin aldın, ben sabahtan izinliyim vaktin varsa bir şeyler içip konuşalım mı ?”
“Olur, iyi olur uzun zamandır kimseyle sohbet etmiyorum”
İkisi de kendi hafızalarında son olarak beraber mutlu geçirdikleri başka başka günlere dönmüşlerdi. Arabaya, tekrar, beraber binip okul kapısından uzaklaştılar…