Ege kıyılarını da içine alan Doğu Akdeniz coğrafyasında takvimler M.Ö. 1200’lü yılları gösterdiğinde büyük bir değişim dönemi yaşanır. Bu dönemde iklim ve demografi gibi çeşitli değişimler neticesinde Tunç çağının şehirleri ortadan kalkar. Toplumsal bir yıkım ve gerileme görülür. Lakin takvimler MÖ. 800’lere geldiğinde de bu yıkım yerini yeni bir düzene bırakır.
Bu yeni düzen İyonya Uygarlığında vücut bulur. Zamanla etkileri Batı’ya, Ege’nin diğer kıyılarına yani Atina merkezli olarak Yunanistan’a kadar ulaşacak olan bu uygarlık bu haliyle, Antik Yunan demokrasisi ve felsefesini, yani modern toplumun köklerini meydana çıkaran uygarlık olur. Nihayetinde Antik Yunan, İyonya’da doğar.
İyonya Uygarlığı temelde bağımsız şehirlerden oluşur. Bu bağımsız şehirlerin bir kısmı demokrasi, bir kısmı da kabilevi monarşiler altında yönetilir. Köle emeği yaygın kullanılır, tarım, ülkelerin önemli bir geçim kaynağı olur. Bu özellikleri gösteren İyonya şehirlerinin en önemlilerinden birisi ise bugün İzmir Selçuk ilçesinde bulunan Efes’tir. Efes Antik Kenti kendi zamanında hem önemli bir dini merkez hem de büyük bir liman kenti olarak, hayatını yaşar. Bu şehrin içindeki dini merkeze ise ayrıca değinmek gerekir. Nihayetinde bu merkez İyonya şehir kültürünü anlamamızı sağlar.
Geçen yazıda hatırlanacağı üzere İyonya’nın Tunç – Bakır çağlarının halkı olan Pelagslar ile olan ilişkisine değinilmiştir. Bu ilişkiden kalan önemli bir miras ise dinsel düşüncelerdir. Buna göre demir çağı ile öncesini ayıran önemli bir ayırıcı toplumsal cinsiyet anlamında erkek – kadın rolleri ve dinde kadının yeriyle ilgili düşüncelerdir.
Nitekim demir çağı öncesi toplumlarda kadın, dolayısıyla tanrıça daha büyük bir önemdedir. Efes’in en önemli tanrı(ça)sı ise Artemis’tir. Artemis, doğurganlığın, bereketin sembolü olan bir tanrıçadır. Bu haliyle de Sümer döneminin İştarası ile özdeşleştirilebilir. Bu minvalde de İyon dini görüşünün Bronz Çağ dünyasından derin izler taşıdığı söylenebilir. Halbuki Atina merkezi Yunan dünyasında aynı dönemde Zeus merkezli dini görüş daha güçlüdür. Bu da bir ayrımı ortaya koyar. İyonlar doğayı, anaerkili, evren içinde doğum-ölümde insanın aczini ve sürekli devinimi görüşlerinde daha bir ön plana almış olmalıdır. Nitekim ilk dönem doğa filozoflarının da İyonya’dan çıkması şaşırtıcı değildir.
Nihayetinde de İyonya’nın kökleri, tarihöncesinin bölgedeki ilk insanlarına gider. OI kök Minos (Girit) ve ardından Miken-Aka Tunç devri uygarlıklarına evrimleşir. Bir sonraki basamak ise İyonya olur. İyonya ise sonrasında Antik Yunanistan tarafından Büyük İskender zamanında yutulacaktır. Böylelikle eskinin anaerkilliğe yatkın son kültleri de tarihe karışacaktır.
Nihayetinde Smyrna yani İzmir de bu İyonya’nın bir şehridir. İzmir bir taraftan kuzeyden göç eden Dorların-Aiollerin, popüler isimleriyle Spartalıların, bir diğer taraftan da eski halkların, anaerkil Pelagsların ve diğerlerinin yurdu olur. Smyrna bu hali ile bir kesişim kümesi oluşturur. Homeros’un da burada doğması ve var olması şaşırtıcı olmamalıdır. Zaten o hem eski dönemin yani demir çağ öncesinin tanrılarını ve olaylarını bilir hem de bu geçmişi yeni yerleşimcilere anlatabilir.
Smyrna da bu hali ile yükselir. Bornova tepelerinde kendi kimliğini geliştirir. Zamanla bölge İran-Akhameniş işgaline uğrayacak, İyon dünyası da bu işgal neticesinde bağımsızlığını yitirecektir. Ancak sonrasında yine göçebe kökenli Yunan-Makedon kral İskender ile yeni bir tarihi serüvene girecektir. İzmir de bu dönemde yeni kimliğine doğru adım atacaktır. Sonuç olarak bizim bugün bildiğimiz ve üstüne anlamlar yükleyebildiğimiz asıl İzmir de Büyük İskender’in dönüştürdüğü – değiştirdiği İzmir olacaktır. Bu şehir, tüm İyonya ile beraber Artemis merkezli tapınımını kaybederken adım adım Olimpos tanrılarına, Roma’ya ve son kertede Hristiyan dünyaya doğru adım adım ilerleyecektir. Bunun İslam-Türk dünyasına dönüşümü de sonraki yazıların konusudur.