Herkesin malumu, Cumhuriyet’in 100. yılına doğru giderken çok kritik bir seçim dönemine giriyoruz. Bu seçimler ile çoğu normun, genel toplumsal yörüngenin test edileceği bariz.
Zaten bu bariz durum nedeniyle iktidarı muhalefeti toplumun tüm kesimleri seçimlere dikkatini vermiş durumda. Tüm kesimler, gündelik dertleri yanında büyük bir heyecanla seçimlerin gidişatını da takip ediyor.
Bu gidişat içinde ortada duran önemli bir konu ise Atatürk ve onun devrimleri. Nitekim karşıt devrim nidaları yükselirken, Atatürk için; ‘olmasaydın olurduk’ diyenlerin reklamları halen daha hafızalardaki tazeliğini koruyor kuşkusuz. Ama burada önemli bir nokta var! Atatürk karşıtlığını yapanlar sadece siyasal İslamcılar değil. Son dönemde sönümlenmiş olsa da post – Kemalist söylemi ortaya koyan bazı entelektüeller de Atatürk ve onun devrimlerini eleştiri konusu etmişti. Bu entelektüellerin geldikleri toplumsal kompartman da siyasal İslam ile uzaktan yakından ilgili değildi. Hatta bu post-Kemalizm taraftarların önemli bir kısmının Atatürk devrimlerinden en çok yararlanmış olan şehirli seküler ve iyi okullar okumuş kitleden geldiği görülmekteydi.
Atatürk devrimleri, Soğuk Savaşın bitişi sonrasında yavaş ama emin adımlarla post-Kemalist paradigma ile eleştirildi. Bu paradigma dolaylı olarak yurtdışından da desteklenmişti. ABD’den gelen yeşil kuşak siyasetinin desteği altında Türkiye’de kendisine yer buldu. Post-Kemalist paradigmaya göre, Atatürk devrimleri ve var ettiği laik – seküler kesimler Türkiye’nin genelini yansıtamayacak, marjinal bir gruptu. Zaten tarihsel bakış açısından da Atatürk devrimleri bir tepeden inme oldu bittiydi ve dayandığı toplumsal kesim yoktu. Bu söylemi çeşitli gruplar destekledi. Bu söylem altında siyasal İslam ile Batı ile ilişkileri iyi olan bazı seküler kesimler anlaştı. Atatürk karşıtı bir batılılaşma, AB müzakereleri eşliğinde gerçekleşti. Bu batılılaşma ile milliyetçilik İslamcı perspektife indirgendi, aydınlanmacı milliyetçilik seçeneği yok sayıldı.
Bu post- Kemalist söylemin temeli, görüldüğü üzere seküler kesimlerin temelde tarihin genel akışı içinde marjinal kalması. Hatta paradigmaya göre Atatürk devrimlerinin ve onun var ettiği iddia edilen seküler kesimlerle Cumhuriyet devletinin laik olması, tarihsel bir bozulma.
Zira bu söyleme göre, eğer Atatürk tepeden inme bir program gütmeseydi, Türkiye toplumunda seküler bir kesim olmayacaktı. Seküler kesimler Türkiye’nin geleneksel yapısı içinde değildi. Tamamen gayri-yerli bir grup olarak ortaya çıkmışlardı. Bu hali ile de ülkenin genel dokusundan uzaklardı. Nitekim ABD’nin yeşil kuşak politikası da nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin, kapitalist Batı sistemine entegre olması için mütedeyyin muhafazakâr siyasal yapılar tarafından yönetilmesinin en hayırlısı olduğunu söylemişti. O halde Türkiye’nin de böyle bir ülke olarak siyasal İslami yapılarca yönetilmesi en iyisiydi, çünkü toplumsal kesimlerden çoğunluk ve köklü olanı mütedeyyin gruplardı. Bu gruplar ile Batı ittifak kurabilir ve kapitalist yapı gelişebilirdi. İşte bu noktada da post-Kemalizm ile yeşil kuşak ortak bir hatta buluşmuştu.
Fakat gerek yeşil kuşağın iddiaları gerekse de post-Kemalist söylemler hakikatin oldukça uzağında kaldı. İlk olarak yeşil kuşağa bakalım; Mısır’dan Fas’a kadar geniş coğrafyalarda Müslüman Kardeşler hareketleri, bırakın kapitalist yapıları geliştirmeyi, ülkelerin standart ticari yapılarını bile sarstı. Ayrıca ülkemizdeki ekonomik durum da bu tabloya eklenebilir halde.
Post-Kemalizm de Atatürk devrimlerinin köksüzlüğü, tepeden inmeciliği üzerine kurduğu tezleri ile karşımızda durdu. Fakat son olanlar, bilhassa sivil Atatürkçülüğün yükselişi, Atatürk’ün sembol olduğu fikirler birleşiminin ülkeye yabancı olduğu, ayrık olduğu ve bu nedenle geniş kesimlere hitap edemeyeceği argümanını çürüttü. Son kertede Atatürk sevgisi öyle bir hale gelmekte ki dünün Atatürk düşmanları, onu ne kadar da çok sevdiğini ispat etme yarışında.
Fakat benim bu yazı dizisindeki amacım; Atatürk’ün çağdaş toplumsal kesimlere hitap edebilme gücünü anlatmak değil, onun fikir ve hareketinin kendisinden çok daha eskilere gittiğini açıklamaya çalışmak. Başka bir ifadeyle, Türk sekülerizmi ne kadar geçmişe gider, esasında Atatürk’ün fikirleri acaba yerli milli köklere sahip midir, örneğin Fatih Sultan Mehmet’te mevcut mudur, bunu göstermek. Dizinin sonraki yayınlarında bunlara bakacağız.