Geçen haftasonu doktora çalışmalarım kapsamında okuduğum bir kitap, ünlü Alman sosyolog Max Weber’in hayat ve düşüncesine odaklanıyordu. Kitapta okuduğum bir sav, geçtiğimiz Perşembe akşamı (9 Haziran) katıldığım bir etkinliği zihnimde tekrar irdelememe vesile oldu.
Weber, çalışmaları sonucunda çağdaş devlet ve bürokrasi kuramlarına en yoğun etkide bulunmuş, modernleşme dinamiklerini anlamamıza en çok katkı koymuş kimselerdendir. Çıkarımları, Türk sosyal ve beşerî bilimler düşüncesine derinden sirayet etmiştir. Onun bilim camiasında çokça incelenen görüşleri bir yana bugün ele alacağım savı ise demokratikleşme ve bu süreçte sivil toplumun yeri üzerinedir.
O, Almanya’da yaşadığı ömrü içinde çeşitli ülkelere seyahat ettiğinden mütevellit, farklı uygulamaları gözlemleme imkanına kavuşmuştu. Bu gezilerinden birisini de ABD’ye yapmıştı. Onun ABD’deki bir gözlemiyse, dernekleşme üzerineydi. ABD’de, Weber’in tespitlerine göre, dernekleşme, demokratik toplumu güçlendiriyordu. Bu Kıta Avrupa’sında da mümkün olabilirdi. O halde, Avrupa’da da dernekler çoğalmalıydı. Sanırım, bu tespit Türkiye’ye de uygulanabilir. Avrupa gibi, ülkemizde de derneklerin artışı demokrasiyi güçlendirebilir.
Düşünürümüze göre ABD’de mevcut olan dernekler, bilhassa Anglosakson Kulüpçülüğü, insanların gelişimine büyük katkılar koyar. İnsanlar kendi zevk ve tercihlerine göre katıldıkları kulüplerde görevler alarak öz benliklerini güçlendirir. Bu vesileyle bireyler, özgürlük taleplerini arttırır. Böylelikle modern dünyanın şehirli bireyi, tekil bir kimse olmaktan çıkar, sürekli ilişkileri olan, belli network ağlarına sahip, bu ağlar içinde karşılıklı uzun vadeli fayda odaklı çalışmalarda bulunan, bu minvalde de toplumun geneline fayda sağlayan bireyler olur. Bu süreç, otoriterleşme eğiliminde olan modern devletin demokrasi dışı yapılarını frenler ve toplum içinde bir denge oluşur.
Bu genel tez, günümüzde çokça defa karşımıza çıkar. Örneğin Daron Acemoğlu’nun son ortak kitabı ‘Dar Koridor’ da bu genel düşünceyi farklı tarzda ele alır. O halde bilim dünyasının genel tespiti, modern bireyin kendi meşrebine göre modern – seküler derneklere üye olması, bu kulüp – dernekler vasıtasıyla aktif bir vatandaş haline gelmesi, bu vesileyle demokratik toplumun inşasında yerini almasının demokrasi için elzem olduğudur. Nihayetinde demokratik toplum güçlü bir sivil toplum ile var olabilir. Weber de kendi üslubuyla 20. yy. başında bu bilimsel tespiti ortaya koymuştur.
Peki, Perşembe akşamı ne olmuştur? Perşembe akşamı İzmir İş Kadınları Derneği’nin (İZİKAD) Başkanı Betül Sezgin’in davetiyle derneğin 14. Kuruluş yıldönümü etkinliğinde bulundum. Gecede 10. Genç İZİKAD Ödül Töreni de yapıldı.
Ödüller açıklanırken üniversite sıralarındaki gençlerin inovatif projelerini dinledim. Sivil toplum olmasaydı, bu projeler sadece bir grup arkadaş çevresinde konuşulan uçuk kaçık şeyler olarak kalacakken, şimdi gençler projelerini Türkiye’nin en prestijli üniversitelerinden biri olan İYTE’nin rektörünün önünde anlatabiliyorlardı. Yine çeşitli potansiyel yatırımcılar da bu inovatif projeleri duyuyordu.
Nihayetinde bu ortam sadece gençler için değil, biz otuzlarındaki genç yetişkinler için de bulunmaz bir nimetti. Biz de gençlerden yükselen enerjiyi hissedebiliyor, kendi zihnimizde projelerin yaratacağı yenilik olasılıklarını tartıyorduk. Hani derler ya; umut doluyorduk.
Zaten içinden geçtiğimiz, tüm dünyayı saran değişim dönemi içinde yapabileceğimiz en iyi şey de umutlanmak değil mi… İZİKAD Başkanı Betül Sezgin’in açılış konuşmasında hatırlattığı şu söz de bu vesileyle tekrar edilmeyi hak etmiyor mu? “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim” M. Kemal Atatürk
Atatürk’ün dediği gibi, umudu yitirmemek en iyisidir. Gençlerin geliştirdiği o robotlar, yazılımlar, besin koruyucu ürünler, o projeler, umudun olduğunun en güzel göstergesidir. Başta gençler olmak üzere toplum, çağdaş medeniyete koşmaktadır.