1973 yılının Eylül ayıydı ve takvim yaprakları hazan mevsiminin bu hüzün yüklü ayının on birini gösteriyordu. Bizim buralarda güzün serinliğine kapılarını açmıştı kentler ve yaşam tüm olağanlığıyla devam ediyordu. Ege’nin bağlarında ekmeği topraktan çıkartan köylünün bağ bozumu telaşı başlamıştı belki. Kentlerde işçiler fabrikalara doluşuyordu yine ve her biri karnının tokluğuna döküyordu alnının terini. Bu ülkenin çok taze acıları vardı o sıralar. En güzel çocuklarını idam sehpalarında yitirişinin üzerinden çok da fazla zaman geçmemişti henüz. Yine de ölümün karşısında toprağa kavganın ve umudun tohumlarını serpen bir halk kentlerin sokaklarında, üniversitelerde, köylerde, fabrikalarda o büyük umudu beslemeye devam ediyordu. O Eylül gününde dünyanın başka bir ucunda ise sabahtı ve 09.10’du saat. Bizde yorgun bir akşamüzerine denk düşüyordu zaman. Yorgun işçi bedenlerine, evlerin akşam telaşlarına, kalabalık pazar yerlerine, son ders zilini bekleyen okulların sıkılgan çocuklarına…
Dünyanın bir ucunda saat sabahın dokuzunu on dakika geçiyordu. Uykusuz bir gecenin korkunç karanlığı dağılmamıştı yeni günün ışığına rağmen. Sokaklar bizdekinin aksine bomboştu, pencereler kapalı. Ilık bir Eylül gününde fırtınalar kopuyordu bir kentin, bir ülkenin ve bir halkın göğsünün kafesinde. Ve bizler ve dünyanın geri kalanları o an orada olup bitenlerden habersizken koskoca insanlık tarihinin satır aralarına sonsuza dek silinmeyecek bir not düşülüyordu. Eylül ayının on biriydi ve şafak sökeli birkaç saat olmuştu. Hayli uzağımızda bir ülke yeni bir günü ölümle karşılarken, bir halk pencereleri sıkı sıkıya kapalı evlerinde bir dost sesine kulak kesilmişti. Ve bir radyoda o ‘sakin ve metalik ses’ “dostlarım” diye başlıyordu söze. Magallanes Radyosu’nun tüm vericileri bombalanmıştı ve halka ihanet edenlerin yarattığı hayal kırıklıklarını yüklenmiş sözcükleriyle Allende, son dakikalarını geçirdiği yaşamından umudu ve mücadeleyi miras bırakıyordu Şili halkına. İşçilere, kadınlara, gençlere sesleniyordu ve teslim olmamaktan, halka bağlılıktan bahsediyordu. Halkın tertemiz vicdanına serpilen tohumların kuruyup gitmeyeceğine olan inancını anlatıyordu. İşçilere olan sonsuz güvenini ifade ediyordu Magallanes Radyosu’nun sesinin ulaştığı her bir Şililiye. Zamanın bir yerlerinde “başkaca insanların, ihanetin galebe çaldığı o karanlık ve acı anı” mutlaka yeneceklerini haykırıyordu. Mücadele dolu yaşamına veda etmeden dakikalar önce, halkın önüne er ya da geç yeni ve büyük yolların açılacağını ve özgür insanların o yollardan yürüyerek yeni bir toplum inşa edeceklerini ekliyordu sözlerine. Ve koca bir kuşatmanın orta yerinde kendisine biçtiği son görevin gereği olarak halkına doğruları ve gerçeği işaret eden Allende tarihin akışına onurlu bir iz bırakıyordu. Kapısına dayanmış olan ölümün kıyısında, Allende’nin ülkesinin topraklarına ektiği mücadelenin ve umudun tohumları, Eylül ayının ılık rüzgârlarıyla dünyanın dört bir yanına dağıldı o gün. O’nun etrafının sarılışından ölümüne kadar geçen kısacık zamanda ağzından çıkan her sözcük, yeryüzünde özgürlükleri için mücadele eden halklara o günden bu güne kadar rehber oldu.
Kendisine yapılan teslim ol çağrılarını reddedip, elindeki silahıyla darbecilere direnen Allende, Magallanes Radyosu’ndaki konuşmasını şöyle sonlandırıyordu;
“Bunlar benim son sözlerim, kendimi feda edişimin boşuna olmadığından eminim. Sonunda, en azından, bu fedanın bir ahlak dersi olarak, işlenen ağır suçu, alçaklığı ve ihaneti cezalandıracağından eminim.”
Dünyanın bir ucunda, o son bahar gününün ılık esintilerinin kara kışa döndüğü Eylül sabahında Magallanes Radyosu susturulmuştu. Ve bir halk yoksul hanelerinde ölümün sessizliği ile baş başa kalmıştı. 1973’ün Eylül ayıydı. Ve bizim buralarda yakılan kitapların, yiten genç ömürlerin, işkencelerin ve sürgünlerin yarattığı derin bir hüznün ertesine denk düşüyordu zaman.