Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Gazisi Kırıkçı Recep’in oğluydu. Dedesini hiç tanımadı, çünkü Osmanlı-Rus Harbi dönüşünde Kemah civarında şehit düşmüş ve yol kenarına gömülmüştü. Babası bir buçuk yaşında yetim kalmıştı biri kız dört kardeşiyle birlikte.

Kırıkçı Recep Kafkas Cephesi’nde Çarlık Rusyası’na esir düşmüş, Bolşevik İhtilali sonrasında Lenin Türk esirleri serbest bırakıp yurduna gönderince memleketi Erzincan’a uğradıktan sonra Giresun üzerinden vapurla İstanbul’a gelmişti. İstanbul işgal edilip Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Şişli’de Kurtuluş Savaşı’nın planlarını yaparken ve Anadolu’ya silah-cephane aktarıp Müslüman halkı sevk ederken o da askere yazılarak Kuvayi Milliye’ye katılmıştı.

Kırıkçı Recep düzenli orduya dönüşen Kuvayi Milliye’de Batı Cephesi’nde İsmet Paşa’nın komutası altında Büyük Taarruz’a da katıldı. Yunan işgal gücünü denize döken muzaffer orduların askerleri arasındaydı. Zaferden sonra Erzincan’a döndü. Daha İstanbul sis bulutları arasındaydı, Lozan Barış görüşmeleri başlamamıştı.

XXX

Kırıkçı Recep’in iki kızı, üç oğlu oldu. Oğullarının ilkine “Mehmet” adını verdi, Mehmetçik’ten dolayı. İkinci ve üçüncü oğluna ise Kurtuluş Savaşı’nın iki ve üç numaralarının; İsmet ve Fevzi Paşa’ların adını verdi. “Tek Adam”ın adını ilk oğluna vermeme nedenini çok düşündüm ve şu kanıya vardım: Dedem Kırıkçı Recep Mustafa Kemal Paşa’yı çok yüksek, insanüstü bir mertebede gördüğü için oğluna ismini verememişti. Çünkü ona ne kadar derin bir saygıyla bağlı olduğunu, uğruna hayatını verecek kadar sevdiğini altı yaşıma kadar onunla yaşayarak algıladım (Bendeniz ve bir yaş küçüğüm olan rahmetli kardeşime ve kuzenime tahtadan tüfeklerle talim yaptırıp marşlar öğretirdi; “Yaşa Mustafa Kemal Paşa!” nidalarıyla etrafı inletirdik).

Kırıkçı Recep’in “İsmet” adını verdiği ikinci oğlu babamdı (Dedem bana da zaferle çıktıkları Kurtuluş Savaşı’na atfen “Muzaffer” adını vermişti).

İsmet Kara Erzincan’da 1943’te üç sınıflı Millet Mektebi’ni bitirdikten sonra birkaç yıl da rençberlik yapıp 1940’ların ortalarında İstanbul’a akrabalarının yanına gelir. O zaman adet öyle; bir evde kardeşlerden birisi Erzincan’da kalıyor, biri de İstanbul’a maişete desteğe geliyordu. Askerliğine kadar türlü işlerde çalışıp kazandığını babasına gönderir ailenin geçimi için.

Gebze’deki askerliğinde şoför kursuna katılır ve ehliyetini alır. Terhisten sonra kendisine meslek olarak taksi şoförlüğünü seçer. Altı ay kadar bir yakınının taksisinde çalışır ve akabinde kendi taksisini alarak Cağaloğlu Taksi’ye katılır. Buradaki müşterileri genellikle zamanın ünlü gazetecileridir. O zamanlar gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin altında araba yoktur. 1975’te Bab-ı Ali’de ilk araba rahmetli Abdi İpekçi’nin altına çekilmiştir (Eve gelirken mutlaka Milliyet ve Akşam gazetelerini getirirdi, onun sayesinde daha ilkokuldayken iyi bir gazete okuru olmuştum).

İstanbul büyümüş, kent nüfusu kabarmıştır. Babam da 1970’lerin sonunda bacanağı Mehmet Yayla ve arkadaşlarıyla Mecidiyeköy’de Dilan Taksi’yi kurmuştur.

1949 model Dodge’la başlayan taksi macerasında son Amerikan arabası 1980’e kadar altında olan beyaz renkli otomatik camlı İmpala Chevrolet’di. Ondan sonra Renault ile  noktalar 1990’da. Yaklaşık 35 yıllık taksicilik macerasını bitirir. Yorulmuştur artık.

XXX

Hep eviyle işi arasındaydı. Gençlik ve orta yaşlılığında ise cemiyetçiydi. Taksisi pırıl pırıldı. Kıyafetlerine de özen gösterirdi. Haftada beş gün çalışırdı. Bir gün dinlenir, bir gün ise mevsimine göre ailece dışarı çıkılırdı. Florya Plajı’na denize, Belgrat Ormanlarına pikniğe gidilirdi. Yazları Tarabya’ya dondurma yemeye… Akraba ziyaretlerine…

Önceleri üç kardeştik. 1968’de ve 1970’te iki kardeş daha katıldı aramıza. İsmet Kara’nın yedi torunu ve dört de torun çocuğu oldu. Geniş bir ailenin başındaydı. Bir damadını ve bir oğlunu kaybetmek ona koydu. Hem de çok koydu. İlk gençlik dönemimdeki ele avuca gelmezliğimle onu üzdüm, hem de çok. O kadar bağışlayıcıydı ki o özelliğini çok sevdim ve çok benimsedim.

Annem için çok iyi bir eş, çocukları için çok iyi bir baba, torunları için doyumsuz bir dede oldu. Herkese karşı vericiydi, cömertti. Sade, sessiz bir mükemmeliyetçiydi. Ölçülüydü. Abartıyı sevmezdi ama hiçbir şey de eksik kalsın istemezdi.

XXX

1960’ların ilk yarısında İsmet İnönü koalisyon hükümetlerinde başbakandı. Babamın henüz küçücükken Maçka’daki evinin önünden geçirdiğini ve anlattığını, omuzlarında Taksim ve Vatan Caddesi’ndeki zamanın görkemli Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına götürdüğünü dün gibi hatırlıyorum. Dolmabahçe’de maçlara götürdüğünü de. FB’liydi ve son günlerine kadar takımını takip ettiğini biliyorum. Futbola ilgimin nedeni babamdır. Çocukluğumda evde ünlü Fotospor dergisi eksik olmazdı. O zaman henüz televizyon yoktu. Maçlar radyodan dinlenir, fotoğraflar ve yorumlar için gazetelerin sor sayfalarına ve Fotospor’a bakılırdı.

XXX

İsmet Kara’nın İzmirli bir gelini ve dünürleri oldu. İzmir’e gelip gitti az da olsa. Son olarak geçtiğimiz ilkbaharda geldi İzmir’e. Birlikte bir ara da kendisinin kullandığı vosvos ile Urla’ya, Tire’ye de gittik. Şoförlüğü de ondan öğrendiğimi belirteyim. Frensiz bir arabayla yanımda karikatürist arkadaşım Zafer Temuçin olduğu halde Mecidiyeköy’den Kadıköy’e gidebilmeyi ondan öğrendiklerime borçluyum.

İzmir’e yerleşmiş olsam da ayda olmasa da bir buçuk ayda bir İstanbul’a geçiyorum. Daha aybaşına doğru oradaydım. Birlikte dört yoğun gün geçirdik. Veda ederken “güle güle” demedi bu kez. “Gitmesen?” der gibiydi bakışları yüzüne baktığımda. O yüz ifadesini hiç ama hiç unutamayacağım. Bir an “Vaz mı geçsem dönmekten? diye düşünmedim değil. Kendimi toparlayıp, “Birkaç güne gelirim yine,”dedim.

XXX

Birkaç gün sonra aldığım telefonla sarsıldım, ahizeden hıçkırıklar geliyordu. Babamı kaybettiğimizi anladım. İlk uçakla kendimi attığım İstanbul’da artık ailem ve yakınlarımla son görevimizi yapmakla karşı karşıyaydık ona. Yoğun bir hafta geçti İstanbul’da. Onu toprağa vererek veda edip gelmek çok zor oldu. Metin olabiliyorsam benden çok daha az babasıyla zaman geçirenlere göre şanslı olmamdan, onunla 59 yaşıma kadar zaman geçirebilmemden. Bencil olmamak gerek.

Bir haftayı kısa sanırız ama o kadar uzun ki… Neler olupbitti bir haftada. Babamın yedinci gününde Mevlit okunurken Konak Belediye Başkanımız Sema Pekdaş’ın da annesinin toprağa verileceğini üzülerek öğrendim. Perşembe İstanbul’a döndüğümde, ertesi gün belediyedeki taziyede birbirimize başsağlığı diledik. Hayat böyle bir şey demekti zahar! O gün öğleyin Macide Hanım’ın lokmasını yedik, akşamüzeri de İsmet Bey’in.

Babama da, Macide Hanım’a da Yüce Tanrı’dan rahmet diliyorum. Çok şükür hayattaki anneme ve başkanımızın babasına da sağlıklı uzun ömürler diliyorum.

Cenaze töreni için İstanbul’da camiye ve mezarlığa kadar gelen, akabinde aynı gün duaya ve hayır yemeğine katılan, babaevine taziyeye gelen; İzmir’deki evimizde ve Güzelyalı 37 Sokak’ta lokmaya katılarak Umut Çay Evi’nde taziyede bulunan; dört kıtadan ve onlarca kentten sayısız telefon, sms ve sosyal medya mesajlarıyla acımızı hafifleten akraba ve yakınlarımıza, dostlarımıza, arkadaşlarımıza, komşularımıza; siyaset ve basın dünyasından çok önemli sıfatlar taşıyan sayısız büyüğümüze ve dostumuza; odatv ve izgazete’ye buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

Babama buradan söz veriyorum; şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da izinden gideceğiz, sana saygısını ve duasını esirgemeyenlere de layık olmaya çalışacağız.