Merhaba Engin Hocam,¹
Size böyle seslenmek istedim değilse bilmez değilim Ceyhun Atuf Kansu’nun izinde yürüyen “halkın hekimi” olduğunuzu, işçi-insan sağlığını her şeyin üstünde tuttuğunuzu...
Öyle çok yere götürüyorsunuz ki beni... Köyüme, başkente, Anadolu’nun yeniden kuş uçmaz kervan geçmez olmuş yörelerine...
Doğduğunuz, bütün hallerini, yığım yığış oluşunu bildiğiniz kent Ankara, Ankara’nın Ulus’u... Sokak sokak tükenmez bir merakla dolaştığım, babamla Atatürk Heykelinin önünde poz verdiğim Ulus. Sonra Rüzgârlı, Anafartalar Çarşısı, İlk Meclis, Ankara Kalesi, Devlet Tiyatrosu, ilk yürüyen merdivenler, troleybüsler (boynuzlular), güvercinler, sokak gösterileri... Anafartalar Caddesi, dedemin, çocukluğunda tepe üstü düştüğü tandırdan çekip çıkardığı uzak akraba Sabri Yılmaz Yanık’ın o caddedeki Bakgör mağazası, Bakgör’den alınan Nacar marka ilk kol saatim... Unutulmaz Gençlik Spor Bayramı kutlamaları, oyuncular gibi taraftarların da yan yana olduğu maçlarıyla (adını silemeyince yıktığımız) 19 Mayıs Stadyumu; 1970’li yılların unutulmaz sanat etkinlikleri, konserleri, siyasal buluşmalarıyla Atatürk Spor Salonu...
***
Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç² kitabınızı önceki gün bir nedenceyle yeniden karıştırmaya soyunmuşken “ithaf” notunuzun yer aldığı sayfada takılıp kaldım:
“Halkın egemenliği ve mutluluğu için ileri bir eğitim düzeni kurma savaşına emeklerini katmış köylü, öğrenci, öğretmen ve yöneticilerin ölümsüz anılarına...”
İlkin “köylüler”i ve “öğrenciler”i” anıyordunuz. Bu yapıtınızı 1978’de, notlar alarak okumuştum. Sonra öğretmenlik yıllarım düştü aklıma. O kadar çok etkinlik, tören sunmuştum ki! Hepsinde de söze, bana doğal gelen bir tavırla, “Sevgili öğrenciler, değerli öğretmen arkadaşlarım...” seslenişiyle başlamıştım. İstanbul’da görev yaptığım bir okulda 23 Nisan kutlamalarının sunumuna değin de işe “sizin gibi” başlamalarım nedeniyle bir şey diyen olmamıştı. Yıl 1987’ydi. Kutlamanın sonunda bir arkadaşım, “Müdür çok kızdı sana.” deyince şaşırmış, etkinliği hızla aklımdan geçirip sormuştum:
“Niye?”
“Öğrenciler, öğretmenler... Herkesi saydın, ondan söz etmedin.”
İlle de “sayın müdürüm” diyecek, üstelik bunu en başta söyleyecekmişim.
Müdür odalarının olmadığı; öğrenci, öğretmen, yöneticilerin onursal eşitliğinin olmazsa olmaz sayıldığı köy enstitülerinden yetişmiş ilkokul öğretmenimden, sizin ve çağdaşınız eğitim emekçilerinin anlattıklarından biriktirdiğim bir tavırdı bu. Aa, sahi, ilkokulumuzda da müdür odası yoktu!
Zaman, hayatın ve insanın aleyhine işledi. Çocuklarla birlikte çalışan, üreten, öğrenen kadrolardan kısa sayılacak bir zaman diliminde bir kast sistemine geçildi. Dönem, yine bir darbe sonrasıydı. Öğrencilerin, eğitimin tek vazgeçilmezi olduğunu bilerek öğrenmenin ortağı olmakta direnen öğretmenler artık yadırganır olmuştu. Oysa köy enstitülerinin ruhunun hâlâ dolaştığına inandığımız eğitim enstitülerini bitirip Anadolu’ya dağılan bizler de tıpkı sizin gibi, “Önümüzde kalkındırılması gereken bir ülke, hizmet edilmesi gereken bir toplum”³ olduğundan kuşku duymuyorduk. “Yaşamın amacı” bizim için de “bunu sağlamaktı.” “Bundan başka amaçları olan insanların bulunabileceğini uzun yıllar düşünemedim ben.”⁴ derken de haklıydınız. Size göre “her çocuğun, her gencin böyle düşünmesi doğaldı” çünkü devir 1930’lar, 40’lardı ve “mahallelerin milyonerleri” pusularından çıkmamıştı daha. İnsanı muhtaç, muhtacı dilenci edip onurunu bir tas çorbaya çevirenlerin ağırdan kafalarını kaldırdıklarını da “sureti haktan” görünüp göğüslerini gere gere ortalıkta dolanmalarını da görecek ne ki bu gibilerle de yaşamınız boyunca anlaşamayacaktınız.
***
Sevgili Engin Hocam,
Okuyacakları enstitülerin yapılarını elleriyle kuran köylü çocuklar, ceketini bir ağaca asıp okulun kiremitlerini aktaran ilköğretim genel müdürü İsmail Hakkı Tonguç şöyle bir yanda dursun; ne köyde okul kaldı ne de çalışmaya hevesli, o donanıma sahip öğretmenler!
Ellili yıllarda, “milli eğitimci”lerimiz eliyle düzenledikleri “Köyün önderi kim?” sormacalarında “öğretmen” yanıtını alanlar köylerimizi kendi “önder”lerine teslim etmekte gecikmediler. Şimdi, “hakiki müstahsil olan”ın silindiği o fotoğrafta “köylü milletin efendisi” kaldı.
Ne diyelim! Zaman yeni bir yıla/ 2021’e doğru akarken, Samim Kocagöz’den emanet bir tümceyle “Bu da geçer yahu!” diyerek hiç değilse umut tazeleyelim.
........................
¹ Dr. Engin Tonguç (hekim, yazar/ 26 Nisan 1928-29 Aralık 2016)
Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, Engin Tonguç, inceleme, Ant Yayınları, 1970, İstanbul
Umut Yolu, Engin Tonguç, anı, Sergi Yayınevi, 1984, İzmir, s.19
⁴ agy