Yaratıcılığa karşı okulun yabancılaştırıcı rolü
Gerçek bir eğitimin önünde duran kocaman engelin adı okul mudur? Evet, gerçek bir eğitimi hayata geçirebilmek için toplumun önünde duran en büyük engel, hayallerimizin bile okullaştırılmasıdır. Bireysel öğrenme ve toplumsal eşitliğin okullaşma ile var edilemeyeceği anlaşılmadıkça, eğitimde bir reform söz konusu olamaz. Ayrıca, okullarda ne öğretildiği söz konusu olmadıkça, zorunlu kamu alanları, yoz bir toplum oluşturmaktadır. Bu gerçek anlaşılmadıkça, tüketim toplumu olmaktan öteye geçilemez. Sahip olunan bilgilerimize baktığımızda aslında bu bilgilerin çoğunu okul dışından elde etmişizdir. Nitekim öğrenciler, öğrendiklerinin çoğunu öğretmenin yardımı olmadan, hatta öğretmene rağmen öğrenebilirler.
Okullu toplumda; eğitimin değerinin not ve belgeyle ölçülebileceği ve dokümanlaştırılabileceği öğretilmektedir. Böylece, kamusallaştırılmış değerler sayılarla ifade edilmektedir. Bu durum, çocukları, gençleri, düş güçlerinin ve bireyin de içerildiği her şeyin, ölçülebilir olduğu bir dünyanın bağımlısı haline getirmektedir. Tüm bunlarla birlikte okul şunu da beraberinde getirmektedir; Öğrencinin her şeye gücü yetme konusundaki eksiklik duygusuyla büyümesini ( her şeye gücünün yetmeyeceği duygusuyla büyümesini) ve öğretmene bağımlı olduğunun gerekliliği.
Örneğin Ivan Illich’e göre, hayallerin okullaştırılması, özgür bir eğitimin ortaya çıkmasını önlemektedir. Okula devam zorunluluğu da öğrencileri, toplumsal kültürden uzaklaştırmakta ve dolayısıyla topluma yabancılaştırmaktadır. Zorunlu kamu okulları tüketim toplumuna hizmet ederek yoz bir toplum oluşturmaktadır.
Nitekim okullu toplumlar, piyasa koşullarına göre işleyip bu piyasanın isteklerinin karşılanmasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla okullu bir toplumda yetişen çocuk her şeye gücünün yetemeyeceği duygusuyla büyümekte, daha da ötesi öğretmene bağımlı olduğunu hissetmektedir. Bu durum, okullu toplumdaki bireylerin özgüvenlerini ortadan kaldırarak onları bağımsız özneler haline gelmekten alıkoymaktadır.