Küçük Menderes, Büyük Menderes ve Gediz havzaları, Ege Bölgesi’nin çok önemli tarım arazilerine sahip oluşumu binlerce yıl sürmüş, muazzam değerli topraklarını içinde barındıran ve milyonlarca insan ve hayvanı besleyen eşi bulunmaz topraklardır. Menteşe dağları ile Aydın dağlarının yükselmesi ile Küçük Menderes grabeni, Aydın dağları ile Bozdağların yükselmesi ile Büyük Menderes grabeni, Bozdağlar ile Yund dağlarının yükselmesi ile Gediz grabeni oluşmuş binlerce yıldır birçok medeniyeti beslenmiş ve günümüze kadar yaşamayı ve gelişmeyi başarmış bizleri de beslemeye devam etmektedir.
Ovaları Hititler, Frigler, İyonyalılar, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Saruhanlılar ve Osmanlılar kullanmış. En son Türkler tarafından bitirilmiştir diye yazacak tarih kitapları.
Şimdilerde birçok bilim insanı, uzmanlar, meslek odaları ve çeşitli sivil toplum kuruluşları toplanıp bu tektonik arazilerin üzerinde kurulmak istenen ve kurulan jeotermal enerji santrallerine (JES) karşı çıkıyor. Sebebi de bilimsel yöntemlerden uzak, sadece kurucu firmanın çıkarına uygun, çevreyi kesinlikle önemsemeyen gerekli izinlerin çok lakayıt bir şekilde alındığı bir düzen içinde olunması. Bir aküferin üzerine birçok firmanın santral yapabilmesi. Aynı reenjeksiyon (geri basma) kuyusuna bir kaç firmanın ruhsatlandırılması. Reenjeksiyon sondajlarının gereken derinlikte olmaması vb. sebeplerden çevrenin zarar göreceğine dikkat çekiyorlar.
Sıcak su aküferinden sondaj ile çıkarılıp ısı enerjisini elektriğe çevirdikten sonra bir damlası bile dışarı akmayacak şekilde sistemler ile aküfere geri basılırsa (reenjeksiyon sondajı ile) sıkıntı olmuyor. Ekonomiye katkısı şüphesiz. Gelişmiş ülkelerde bu işlem böyle yapılıyor. Lakin bizim gerekli derinlikte olmayan kuyularımıza basıldığında ki bizim ülkemizde işini layıkıyla yapmayan bir sürü bu şekilde firma var, bu suyun içindeki ağır metaller ve tuzlar yeraltı sularına ve toprağa karışarak sahip olduğumuz milyonlarca yılda oluşan ovalarımız çoraklaştığı gibi aküferin geri beslenememesinden dolayı var olan enerjisini yitirmesi de söz konusu oluyor.
Öyle ki, bilim insanları bu JES’lere yakın olan arazilerde ürünleri incelemiş, yetiştirilen meyve ve sebzelerde ağır metal içeriğinin normalin çok fazlası olduğunu tespit etmişler. Bunu sadece bizim bilim adamlarımız değil, örneğin bu ürünleri ihraç ettiğimiz ülkeler, Aydın incirinin alımını durdurmuşlardır. Kurutulmuş gıda ürünleri en önemli ihraç kalemlerimizden olmasına karşın bu ürünlerin yetiştirildiği kadim topraklara yaptığımız saygısızlığın faturası ilerleyen yıllarda daha da fazlasıyla ödenecektir. Kuru üzüm de de aynı sıkıntıyı yaşayacağımızdan şüphem yoktur.
Bu sanayi olmasın, yapmayalım, istemezük gibi bir algı içine girilmesi çok yanlıştır. Bütün bilim adamları olsun ama layıkıyla, hakkıyla, işin ehli, liyakatli kişilerin kontrolü ve bilgisiyle olsun topraklarımız, havamız, suyumuz kirlenmesin diyorlar. İnsanımız zehirlenmesin, ölmesin diyorlar. Tarihe bu ovaları bitiren millet olarak yazılmayalım diyorlar. Doğru diyorlar. Kulak verelim.
Saygı ve sevgilerimle…