BENDE KALANLAR :MİLATTAN ÖNCE GİBİ!
Şükran Kurdakul derseniz, ilkin edebiyat sonra mücadeleyle geçen bir yaşam derim. Edebiyat denince de (evet öykü, uzun soluklu araştırmalar, deneme, gazete-dergi yazıları, oyun, inceleme... hepsi var) ilkin şiir.
Benzer bir soruma şöyle yanıt vermişti yıllar önce:
- Kuşkusuz önce şairdir Şükran Kurdakul.
Ne zaman, “Benden bu kadar, çocuklar!” demişti Şükran abi diye sordum da kendime, şaşıp kaldım. Aslında yanıtını bal gibi de bildiğim bir soru bu: 2004’ten bu yana onsuz ve tatsız tuzsuz bu dünya. Ne çok tat katardı Şükran abi katıldığı her yere ve o tatlarla ne çok birlikteliği şenlendirip dururum uzunca bir zamandır.
O dirençli mücadele yıllarında mı yazmıştım adını ilkin dost defterine, değilse şiirleriyle mi çalmıştı kapımı ya da araştırmalarıyla mı? Belki de “Şairler Yazarlar Sözlüğü”yle ezber etmiştim. Yok aklımda şöyle açık bir buluşma ânı. Belki de hepsi bir arada...
Sonrası İzmir yılları, 1992 sonrası bir sonbahar.
- Merhaba Şükran Abi. Soyadımızdan, tam olmasa da adaşız deyip adımı soyadımı sıralayınca bir “Ooo!” çekmiş, sonrasına küçük bir rica eklemişti:
- Kayıtlar eskidi malum. ‘Tamam, artık gerekmez!’ değinceye kadar ben, sonraki karşılaşmamızda adını yine söylersen sevinirim. Kayıt tamam olduğunda söylerim, olmaz mı?
Olmaz mıydı hiç? O mu sık düşürürdü yolu İzmir’e, ben mi her gelişini kovalardım; birkaç görüşmeden sonra, “Kayıt tamam, artık belledim adını; merhaba yeter Bekir.” dediğinde çok sevinmiştim.
İşte o gelişlerinden biri, benim için söyleşme vaktiydi. Hangi dergi ya da gazeteye gitti o konuştuklarımız kalmamış belleğimde.
“Basın Sitesi’ndeyim, Ahmet’te kalıyorum. Oraya gel.” deyişine çok sevinmiştim. Çooook yakın dostu, mücadele arkadaşı Ahmet Bilge’yle neredeyse komşu evlerde oturmaktaydık. Sıcacıktı o saatler, bitmese keşkelerim çoğalmıştı.
Başka bir gelişinde, 31 Ocak 1997’de, o dönem yayımlamakta olduğumuz “İzmir İzmir kent kültürü ve sanat dergisi” için çalacaktım kapısını. Ama artık Ahmet Bilge yoktu. Can dostunu, ölümünün birinci yılında anmak için İzmir’deydi. Geride bıraktığı yetmiş yılı, yaşam boyu bir an bile uzak kalmadığı emek mücadelesini, “güzel günler göreceğiz çocuklar”ı, şiiri ve İzmir’i konuşmuştuk.(1)
Son şiir kitabı “İhtiyar Yüzyıla” çıkmamıştı daha. Anlattıkları degi/ kitap sayfalarında durur. Ne ki belleğimden silinmeyen “Nâzım Hikmetimiz, Atatürkümüz...” deyişi, bu toprağın yaşamına emeği geçenleri, sözcüklerle bile böyle sıcacık kucaklayışıydı.
Birkaç yaş büyüğü Necati Cumalı’nın ölümünü birinci yılında (Ocak 2002), Urla’da düzenlenen etkinliğin konukları arasındaydı Şükran abi. Programın hazırlanmasına da katkıda bulunmuştum.
İlk günün konuşmacıları arasındaydı. Sözü tanıştıkları günlerden açtı ilkin. Yılların içinden kırık dökük birçok anıyı sıralamaya şu sözlerle başladı:
- Cumalı’yı 1947’de, İzmir’de tanıdım. Gençlere milattan önce gibi gelir.
Bir de “şiir saati” yer almıştı aynı kapsamda. Genç kuşaktan ve tamamı İzmir’den şair dostları, şiirlerini Cumalı için seslendireceklerdi. Programın sunucusu olarak vardım yanına, salonda, ön sırada yerini hepimizden önce almış sevgili Şükran abinin.
- Sizinle açalım dilerseniz bu bölümü de ya da kapanışı belki...
Sakince gülümsedi:
- Ben o görevlerimi tamamladım sevgili Bekir. Şimdi sizi dinlemek üzere buradayım. Programınızı değiştirmeyin.
Kimler konuktu o şiir akşamına; ilk elden aklıma Fergun Özelli, Hidayet Karakuş, Mehmet Atilla, Mehmet Sarsmaz, Muzaffer Kale, Muzaffer Sarıgül düşüyor.
Etkinliğin sonunda, sahneden inmek üzereyken seslendi o incelikli sesiyle ve el işaretiyle. Doğruca yanında aldım soluğu. Solunda oturan, dönemin belediye başkanı Selçuk Karaosmanoğlu’na döndü. “Bekir Yurdakul’u, Cumalı etkinliklerinin sunuculuğuna atadım sevgili başkan.” dedi, tanığı da sanki hazırdı, sağına döndü:
- Hidayet,(2) sen de şahitsin!
Yeni binyılın yaprakları ne de çabuk düşüyor böyle! 2003’ü bulduk bile. Beylikdüzü’nde, 22. İstanbul Kitap Fuarındayız. Evrensel Basım Yayınca düzenlenen panelin konuşmacılarından biri de Şükran Kurdakul. Yılların eksiltemediği bir kararlılık ve dirençle sıraladı diyeceklerini. Sonrası büyük yorgunluk. Salonun kapısında girdim koluna. Bir yanında da kitap fuarlarının gülen yüzü/ her sorunu hep tez elden çözen Sunay Girgin. “Devlet dersi”nden paçayı, boyun eğmeden kurtarmış Şükran abinin yakasını kanser tutmuş iki yandan; her adımda bir barikat daha aşılsın inadıyla vardık asansöre. İşte giriş katındayız. Salonun kapısında. Yorgunluğunu gören/ bilen kimi dostlar, “Buraya bir sandalye-masa koyalım. Yorulmayın yayınevine kadar.” diyecek oldular. Kararlı bir “Hayır!” çıktı ağzından Şükran abinin. “Yayınevine gideceğim.”
Yayınevi, neredeyse salonun sonunda; onca yolu, dura-dinlene, yılların deneyimi ve kararlılığıyla yürüdü Şükran abi. Bitkin düşse de kendisini bekleyen birkaç okuruna kitaplarını imzalamaya durdu sütü ve bisküvisi eşliğinde.
Bir isteği var mıydı?
Yoktu.
Varmıştı ya Evrensel’e, yetmişti ona. Yürüdüğümüz o son yolculuğun sıcaklığıyla ayrıldım o gün yanından. Sonrası kocaman bir şiir, hüzünlü bir şarkı, unutulmaz bir emek ve kararlılık. Ve özlem alabildiğine...
1 İzmir İzmir Kent Kültürü ve Sanat Dergisi, sayı: 6, Mart 1997
2 Hidayet Karakuş
ÖLMEDEN İYİ İNSANLAR: Anlatamaz!
Bir gün bir milletvekili Ankara’da Çubuk Barajı’nda arkadaşlarına zengin bir sofra hazırlar. Âşık Veysel’i de çağırır.
Sohbet muhabbet derken gündelik politik konulara, kimilerinin dedikodusuna dalarlar, sözün bitesi yoktur. Veysel’in de sabır taşı çatlar:
Elini birkaç kez masaya vurup yüksek perdeden seslenir meclise:
- Efendiler! Biz yiyip içiyoruz ama saz da acından ölüyor.
Utanırlar. Özürler ardı ardına sıralanır.
Veysel çıkarır kara libasından kabından sazını; kırgın, öfkeli, biraz da tutuk çalıp söyler.
Bir ara davet sahibi Veysel’in gönlünü almak ister:
- Üstat! Ömrün uzun olsun. Ellerin dert görmesin. Biz de âşığız. Seninle aynı duyguları paylaşıyoruz. Yalnız aramızda bir fark var. Sen hissettiklerini çok güzel ifade ediyorsun, bizse yaya kalıyoruz.
Önceki saygısızlığı bağışlayacak gibi değildir Veysel; şunları söylemekten alamaz kendini:
- Efendim, hissedileni, duyulanı ifade edebilmek gerçekten de çok önemlidir. Sivrialan’da benim çok vefalı, çok da sabırlı boz bir eşeğim var. Bazen ona biner, şuraya buraya gider gelirim. “Çüüüüüş!” dediğimde eşeğim olduğu yerde durur. Ama niye durduğunu bana bir türlü anlatamaz.
ÇOCUKLARDAN Ç/ALDIĞIM ÖYKÜLER: Sen de Öyle Yap
Eftelya beş yaşında. Işıl ışıl bir çocuk; her an kıpır kıpır ve hep gülümsüyor.
Bir gün teyzesi, kucaklamış ütü masasını yerleşmeye/ uygun bir yere karar vermeye çabalarken kahkahası kendinden önce giriyor odaya Eftelya’nın.
Teyzesi çığlık çığlığa sesleniyor:
— Çok seviyorum seni; herkesten, kendimden bile çok!
Eftelya şöyle bir dönüyor teyzesine; itirazı var duyduklarına:
— Ben, önce kendimi seviyorum sonra seni. Bence sen de öyle yap.
Teyzesi; ütü masasını ve kendini nereye koyacağını bilemiyor!
NE GÜZEL KİTAPLAR!
İşte Böyle Hanım Kızım, Murat Tuncay, Duvar Yayınları
1976’da, yeni açılan EÜ GSF Tiyatro Bölümüne asistan olarak adım atan Murat Tuncay, 1982’de, DEÜ GSF’de araştırma görevlisidir. 1993’te profesör, üç yıl sonra GSF dekanı ve 1998’de Sahne Sanatları Bölüm Başkanı.
Sayısız sanat etkinliği ve çok sayıda yayınla taçlandırdığı akademik çalışmalarını 2015’te noktalasa da Tuncay Hocanın edebiyatla iç içe yolculuğu, yeni verimlerle daha uzun yıllar çalacak okurun kapısını. Bu çabanın son verimi olarak İzmir’de, Duvar Yayınlarınca basılan “İşte Böyle Hanım Kızım” yine hınzırca gülümsemeler vaat ediyor okura. “Orta Yaş Mızırtıları” ve “Hınzır Kaygılar”dan sonra bu üçüncü şiir kitabında da okuru hüzne, sevgi dolu kucaklaşmalara, insana davet ediyor Murat Tuncay.
Bornova’m “Mor Salkımların Masalı”, Altan Altın, İzmir BB Kent Kitaplığı Yayını
Bir kent nasıl sevilir? Yaşadığı, çoğaldığı yere borcunu nasıl öder insan? Kent ne sunar size, bağrında neleri saklar?
Soruları çoğaltabiliriz. Kent ve insansa konumuz bu ilişkinin somut ve sevgi dolu bir örneğidir Altan Altın’ın duruşu ve çabası.
Diyelim ki Bornova’ya düştü yolunuz; meraktasınız, nasıl bir kenttir sizi kucaklayan? Altan Altın bütün kapıları açıyor size. Bu yapıtında Bornova için aşkla kaleme alınmış onlarca anahtar sunuyor okura ve meraklısına. Üstelik titiz bir incelemeye dayalı ince ince dokunmuş anıdan öyküye akan metinler. Dahası yılların ötesinden saklanıp gelen, zamana meydan okuyan kareler eşliğinde.
Eleştirmen, Mehmet Yaşar Bilen’e Mektuplar, Sarissa Yayınları
Yazın emekçilerinin, sanat insanlarının mektuplaşmaları her zaman ilgisini çekmiştir okurun. Çünkü bu metinler, karşılıklı yazışmanın/ haberleşmenin ötesinde bir varsıllığı barındırır; döneme tanıktır, yazın dünyamızın bireysel ve toplumsal tarihine ayna tutar, sanat insanlarının hüznünü, sevincini, kederini, coşkusunu... barındırır. Yazıldığı dönemde muhatabına kattığı varsıllık mektupların yayımlanmasıyla topluma da yansır.
Kimileri artık aramızda olmayan yazın emekçilerinin, çoğun bir dosta seslenmenin sıcaklığıyla kaleme aldığı satırları yıllar sonra okumak; unutulmaya yüz tutmuş inceden gülümseten anılarla yeniden buluşmak az şey midir?
Taki Akkuş’un yayıma hazırladığı yapıt, İzmir’den de çok sayıda edebiyatçının mektubunu barındırıyor.
Mehmet Yaşar Bilen’e mektuplarının yeniden Yitirdiklerimiz, bir ğimiz okunsal niteliği nedeiyleya
Işık Daha da Parlak, Bahri Karaduman, Duvar Yayınları
Bahri Karaduman, “Taşköprü’de Tarım Terimleri” adlı araştırma ve “Sevdanın Rengi Ne” adını verdiği şiir kitaplarının ardından çıkan “Işığa Yeniden Bakmak”ta İzmir’in edebiyat dünyasına katılım ve katkısını topluca gündemimize taşıdı.
Yeni deneme-eleştiri yapıtı “Işık Daha da Parlak”ta yine “İzmirli” yazar ve şairlerin yapıtlarını, çaba ve çalışmalarını değerlendiriyor; okurun dikkatini bir kez daha İzmir’e çekiyor.
Gâvur İzmir Güzel İzmir, Tarık Dursun K., Eksik Parça Yayınları
Tarık Dursun’un, ilk baskısı 2004’te çıkan bu unutulmaz yapıtı, yeniden kitapçı raflarındaki yerini aldı. Neredeyse yazdığı her satıra, metne İzmir’i konuk eden Tarık Dursun, bu yapıtında da okurunu kent belleğine içtenlikli bir yolculuğa çağırıyor.
Bir kenti/ İzmir’i sevmeyi, yazmayı aşkla yaşayan büyük ustayla çıkacağınız sımsıcak yolculuklar her anında sevinç ve coşku taşıyor.
AKLINIZA YAZIN!
“yürü/ durmak için zaman kötü/ ancak yürüyenler bilir/ tek bir adım/ nefes kadar kıymetlidir...” Özge Sönmez (“Derine Gömdüler Sabahı”, Mühür Kitaplığı, 2017)
“elimden tut/ içinden çıkamayacağım gülüşüne kapat beni” İlker İşgören (“Gözlerim Suç İçinde”, Mühür Kitaplığı, 2. baskı 2014)
“bilirim bütün mezarlar beşikten/ ağzını açan cümlesini düşürmekten korkuyor/ (.....) insan, sesine uyanabilse/ dünyanın yankısı değişir” Özgün Ergen (“Salgın”, Hayal yayınları 2011)