Geçtiğimiz günlerde yapılan toplantıdan çıkan sonuç oldukça anlamlıydı. Şimdi çalıştay sürecine işliyor. Kent merkezindeki üreticilerle yapılan ilk toplantıdan sonra, katılım artarak devam edecek. Bu ilk toplantı daha fazla sese, görüşe kulak vermek için bir kıvılcım oldu. Buradan yola çıkarak birçok insan şimdi nasıl olabilir üstüne düşünüyor. Özgür ve özerk bir yapının ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğu Antalya Şehir Tiyatrosu örneğinden görüldü. Son dönemde yaşanılanların medyaya yansıyan bir kısmı gerçekleri tam anlamıyla aktarmamakla beraber bir önceki dönem yapılan kıyımın intikamı gibi algı yaratılması bize aslında bir kez daha davul tiyatrocunun elinde tokmak siyasetçinin elinde olmayacağını gösterdi. Yaklaşık 20 yıldır Türkiye’de ödenekli tiyatroların nasıl olmasına dair çalıştaylar, kurultaylar yapılmakta buranın bizim üzerimize bıraktığı kimi sorumluluklar var.
Geçtiğimiz 5 yıl içinde deneyimlediğimiz çalışmalar var. Şehir tiyatrosunun nasıl olması gerektiğine dair pratikte aradığımız cevapların oluşturduğu sonuçlar önemli bir veriyi oluşturuyor. Burada biriken veriler daha önce denenmemiş şeylerden oluşuyor. En kolay olan yolu seçmeyen vizyonu geniş, birleştirici ve kente gerçekten değer veren bir başkan Tunç Soyer. En ince ayrıntısına kadar tüm olasılıkları değerlendiriyor ve kent için en yararlı olacak biçimi hayata geçirmeye çalışıyor. Herkesin düşünden, usundan beslenen ortak bir aklın yürütücüsü konumunda. Kabaca tüm ülkeye örnek olacak bu yapıyı oluşturmak için onca işin gücün arasında ciddi bir çaba harcıyor. Ki bu çok önemli ve tartışmaların sağlıklı yürümesi, kentin her bir tiyatro üreticisinin yanı sıra ülke de gözünü kulağını bu tartışmaya çevirenler için anlaşılabilir bir biçimde gelişmesi herkesi aydınlatacak bir yerde duruyor. Her şeyden bu kent kendine özgü yapısıyla, insanı kendine benzeten kimliğiyle ön planda. Burada diğer kentlerdeki gibi göçle gelenlerin, göç ettiği yere dair kimliği arka planda kalıyor. Çünkü İzmir zamanla sizi kendine benzetiyor. Özgürlükçü, saygılı, eşitlikçi insanlara dönüşüyor tolum. Direnenler var mı vardır elbet ama çoğunluk kente benziyor. Bu muazzam özellik, kente ayrı bir hava ve kimlik katıyor. Bu yüzden ‘gevrek’te ısrar etmemiz aslında İtalyanlar ne derse desin.
Tarım devrimi denilecek nitelikte adımlar atılıyor, kentin yüzü Avrupa’ya dönüyor. Bu ticari olanakların artması ve başka bir göç yığını demek olsa da kentin kimliğini sağlam tutacak en büyük araç sanatın kendisi. Sinema ve tiyatro alanında yaşanan tartışmalar hem İzmir’in kimliğini korumayı hem de ülkede bu alandaki pek çok tartışmaya öncülük yapmayı hedefliyor. Sabır ve tartışmanın sağlıklı uzunlukta olması, paydaşların içini rahatlatan, kentlinin erdemli bekleyişini mutluluğa çeviren bir kazanç olacaktır. Bu yüzden süren bu tartışmalara, Avrupa’dan eklenecek deneyimler, kentlinin birbirine kendine ifade etme hakkı bize başka bir demokrasi kültürünü de getirmiş olacak. Kadim bir kültürün üstünde yaşıyoruz ve elbette birbirimizi ikna etme düşüncesiyle hareket ederek dogmaların savrulmasını sağlıyoruz. Ya da Tunç Başkanın yaptığı gibi her fikrin ortaya atılmasını sabırla bekliyor daha sonra onların bir sentezini oluşturuyoruz. Bundan sonra İzmir’de her şey başka olacak. İzmir bu ülkenin başrolünü alacak ve seyredenler büyülenerek değil tartışarak daha güzel bir dünyayı yaratmak için kolumuza girecek. Bizim rüyalarımız, gölleri kurutanların, sanatı siyasete mahkum edenlerin, talancıların, doğa katliamcılarının korkulu kabusu olacak. Ve biz elbette rüyalarımızdan kurduğumuz hayallerin imkansızı başaracağını bilerek tüm gerçekçiliğimizle çalışacağız.
Hazır mısın İzmir? Hayaller kuracağız birlikte!