Toplumlar genellikle homojen değil, çoklu kimlikler nedeniyle heterojen yapılardır. Ulus-devletin ortaya çıkışı ve ulus inşası süreci her ne kadar birleştirici bir kimlik hedeflese de çoklu kimlikler gündelik hayat içinde varlıklarını sürdürerek kimi zaman çatışma kimi zamanda uzlaşmanın temeli olmuşlardır. Bu yazıda, çok derin ve çok yönlü kimlik çatışmalarını tamamen ortaya sermek mümkün olmadığından, mümkün olan en kısa özetle, tarihsel kısa bir bakış atmak ve uzlaşma noktalarını öne çıkarmak amaçlanmıştır. Zira, toplumsal barış ve geleceğimizi, ancak ortak bir paydada birleşerek koruyabiliriz. Klişe bir deyim olsa da evet, hepimiz aynı gemideyiz.

Osmanlı döneminde kimlik tanımı: Din temelli kimlik

Osmanlı Devleti, bir imparatorluk olması nedeniyle, millet ve milliyet kavramlarına yüklenen anlamlar, ulus devlet anlayışından oldukça farklıdır. Osmanlı’da uygulanan millet sisteminde etnik farklılıkların bir önemi yoktur. Kimlik tanımında, dinsel farklılıklar temel alınarak, kimlikler tanımlanırdı. Ortaylı’nın da dikkat çektiği gibi, bu sistemde, etnik kimlikleri aynı olsa da Katolik Ermeniler ile Ortodoks Ermeniler ayrı birer millet olarak görülürdü.

Dolayısıyla, Osmanlı döneminde, dine dayalı kimlik, dile dayalı ya da etnik yapıya dayalı kimlikten daha çok önemli görülmüştür. Ermeniler için “Millet-i Sadıka”, Araplar için “Kavm-i Necip” gibi tanımlamalar kollektif hafızaya işlemiştir. Osmanlı imparatorluğunda, coğrafi bir alanı tanımlamak için “Kürdistan” ifadesinin Diyarbakır Eyaleti'nin isminin bölgenin genel coğrafi ismi olan Kürdistan olarak değiştirilmesi sonucu, 1846 ve 1867 arasında 21 yıl kadar kullanımda kaldığı da bilinir. Ancak, Osmanlı anlayışında, Kürtler ayrı bir millet olarak kabul edilmez. Onlar, Müslüman tebanın, Müslüman milletinin bir parçası olarak görülürdü.

Bir ulusun veya etnik bir kimliğin merkezde olduğu, diğer imparatorluklar gibi Osmanlı imparatorluğu için de yıkıcı bir siyasal ideoloji olarak milliyetçilik, XVIII. yüzyılın sonunda Osmanlı’da görülmeye başlanmış ve imparatorluğun dağılmasında hızlandırıcı rol oynamıştır.

Kemalist devrimin ulus inşası ve 'Türk kimliği'

Genel olarak, bir toplumun “ortak” geçmişi üzerinde kurgulanan ulus, Kemalist ulusçulukta da hem ortak geçmişi yaratmak hem de bu ortak geçmiş üzerinden ulusun sürekliliğini sağlamak için bir takım düşünsel özelliklere sahipti. Bu düşünsel özellikler, genel olarak söylemsel düzeyde ortaya çıksa da toplumu topyekun dönüştürme temelinde bir takım araçlara (dernek-parti-okul) ihtiyaç duymuştur. Bu temelde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusunu kurgulaması süreci de bu araçlardan faydalanılarak gerçekleşmiştir. Kemalist ulusçuluğa göre toplumu homojenleştirmek için, yeniden yapılandırmak, şekillendirmek, dönüştürmek amaçlı yapılan bütün faaliyetler, toplumu, yani halkı yeni devlete yurttaş olarak eğitme amacı taşımaktadır. Bu eğitim sayesinde, birey, ortak özellikler etrafında birleştirilmiş topluma ait olacak, böylece birbirine benzer bireyler üzerinden yaratılan toplum içerisinde yurttaş olarak o ulusa ve dolayısıyla o devlete ait olacaktır.
Ulus-devlet inşa sürecinde yaratılan ulusal kimliğin temeli Türk milliyetçiliğinde vuku bulmuştur. “Atatürk’ün 1931’de: “Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven Türklüğü̈ aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım” tarzındaki Dolmabahçe Sarayı’nın balkonundan yapmış̧ olduğu tarihi konuşması, aslında Göktürklerden 1920’lere uzanan tarihi seyir içinde unutulan Türklüğün yeniden canlanması, ulusal kimlik inşasının temel misyonu olarak vurgulamıştır.

Ulus devletin Türk kimliğine muhalefet

Kurtuluş savaşı sonrasında, başlayan Kemalist devrim ve uygulamaları, muhafazakar ve siyasal İslamcı kesimlerle, Kürt etnisitesi üzerinde ciddi rahatsızlık yaratmıştır. Bu rahatsızlık yer yer isyanlara ve iç karışıklıklara da sebep olmuştur. Kimlik çatışması dendiğinde, yeni Cumhuriyet rejimi bir ulus kimliği inşa etme çabasındayken, en çok direnişi dinci,/siyasal İslamcı  kesimle, Kürt etnisitesini oluşturan kesimlerden  görmüştür. Toplumsal muhalefet ve isyanlar da bu iki kesimden gelmiştir. Bu isyanları da güç kullanarak bastırmıştır.

Ulus devlet projesi başarılı mı? Değil mi?

Türkiye Cumhuriyeti’nin inşa ettiği ulus kimliği başarılı mıdır?
Soruya olumlu cevap vermek istediğinizde, Osmanlı dönemi ve öncesinde kul ve teba olan ve anlayışsız, kaba olarak hor görülen, “Türk”ün, tarihsel kökleriyle buluşturulması, Kürtler ve muhafazakarların bir bölümü hariç, tüm etnik unsurları Türk Kimliği altında buluşturması, köklerini,  Hun’lara, Göktürklere dahası Sümer ve Eti uygarlığına kadar dayandırması, Anadolu halklarını, Balkan göçleriyle gelen yığınlarını, “TÜRK” kimliği altında birleştirmiş olması açısından başarılı bir proje olarak görmemiz gerekir.

Soruya olumsuz yanıt vermek istediğinizde ise  dini rejim isteyen kitlelerin, siyasal İslamcıların ve Kürtlerin muhalefetinin Cumhuriyet boyunca hiç dinmemiş olması, kanlı isyanların yaşanması ve sonunda siyasal İslamcıların, sivil asker Kemalist bürokrasiyi önemli ölçüde tasfiye etmesi ve bunu yaparken de son döneme kadar Kürt ve Dinci toplumsal tabanda geniş destek bulabilmiş olması karşısında başarısız olduğu ileri sürülebilir.

Ancak, toplumsal gelişmeleri, diyalektik açıdan okumak, Kemalizmi tez, Siyasal İslamı ve Kürtçülüğü de anti-tez olarak ortaya koymak gerekirse, bir sentez zorunluluğu olduğu da sosyolojik bir gerçeklik ve gerekliliktir.

Toplumdaki kutuplaşma ve gerilimin, çatışmaya ve dahası iç savaşa dönüşme riski, özellikle kontrolsüz ve demografik yapıyı kökünden değiştiren, Suriyeli, Afgan ve Paki göçlerini nedeniyle, her zamankinden fazladır. Zira, ayrılıkçı Kürt hareketi, iktidara tutunan, siyasal İslamcı anlayış ve  ülkede yeniden yükselen milliyetçi dalga, toplumsal çatışmaya doğru ilerlemektedir.

Tez, anti-tez ve sentez: Uzlaşma

Kimlik üzerinden çatışma, bu topraklarda yeni değildir. Geçmişi olan bir olgudur. Ama çatışmadan çok uzlaşmaya odaklanmak hepimizin çıkarınadır. Bana göre; Cumhuriyet, bir ulus yaratma projesinde büyük ölçüde başarılı olmuştur. Türk kimliği, etnik olarak Türkleri temsil ettiği kadar, üst kimlik olarak da Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi ifade eden bir üst kimlik, hukuki bir kimliktir. Afrika kökenli bir Fransa vatandaşı ne kadar Fransızsa, hukuken TC’ne bağlı herkes de o kadar Türk’tür. Geniş anlamda, Türklük, ırksal bir kavramı değil, hukuki bir statüyü ifade eder.

Tarih boyunca yaşanan acı tecrübeler göstermiştir ki, 15 Temmuz darbe girişimini yapan Fethullaçı Terör Örgütü gibi dini cemaatler, tarikatlar ve bugün faaliyet gösteren dini cemaat ve tarikatlar, birer etki öbeği, STK sınırlarına çekilmeli ve devleti ele geçirme hayal ve heveslerinden uzak durmalı, uzak duramayanlar da hukuk ve devlet eliyle uzak tutulmalıdır. Bunu sağlayacak da laik hukuk ve Laik devlet düzenidir. Bu her bir dini oluşum için de yaşamsal önemdedir. Türkiye’de şeriat ve din devleti kurma hevesinde olan dini cemaat ve yapılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin muhafazakar ve dini yaşama ve pratiği kuvvetli Türk vatandaşları olarak kalma konusunda topyekûn bir uzlaşmaya ve yeni bir toplumsal sözleşmeye razı olmalıdırlar.

Kürt etnisitesine mensup vatandaşlar da bağımsız veya federal bir Kürt devleti kurma hayallerine kapılmış marjinal uç unsurlarla arasına mesafe koymalı ve bir arada yaşama iradesini samimi olarak ortaya koymalıdır.. Kültürel haklar ve insan hakları ve kanunlar önünde eşitlik, eşit temsil gibi alanlarda bireysel ve kültürel haklara sahip olarak demokrasi kültürü içinde, yasalar önünde eşit, Kürt alt kimliğine sahip Türk vatandaşları olarak yaşama konusunda samimiyet testini geçmelidirler.  Aksi tutumda ısrar etmek, batı emperyalizminin kullanışlı aparatı olmak anlamına gelir ki, bu coğrafyada yaşayan herkesin ortak paydası, anayasal eşit vatandaşlık ve eşit hak ve özgürlüklere sahip olmaktan geçer.

Seküler ve milliyetçi Türkler ise; Jakoben dayatmalar içeren, buyurucu yaklaşımlardan uzak durmalı, toplumsal bütünlüğü sağlamak noktasında, dini inançların sosyal hayata girmesi noktasında, katı yaklaşımdan uzaklaşarak, alt kimlikler olarak farklı toplum kesimlerini ve etnisiteleri tehdit olarak görmemeyi, uzlaşmacı ve kucaklayıcı olmayı öğrenmelidir.

SONUÇ

Alt kimlikler değerlidir. Geliştirilmeleri de gerekir. Ancak, üst kimlik olan Türk kimliği, Türk vatandaşlığı, ortak tarih ve ortak değerler ve dahası ortak gelecek hedeflerinin doğal sonucudur. Daha demokratik, daha özgür ve daha zengin bir Türkiye ideali, hem siyasal İslamcıları hem Kürtleri hem de Kemalist elitleri, Türkleri bir arada tutacak yegane formül ve ortak paydadır.