Sene 1960, aylardan Nisan. Nisan’ın sonları. 27 Nisan günü Tıp Talebe Cemiyeti’nin kongresi var. Öğrenciler kongrenin sonlarına doğru bir bildiriyi hazırlayıp, okumak ve Güney Kore’de yaşananlara tepki göstermek amacıyla Güney Kore’ye bir telgraf çekmek istiyor. O zaman Güney Kore’de de öğrenci ayaklanmaları var. Yine o dönemin ‘kötü şöhretli’ emniyet müdürü ve ekibi o telgrafın gönderilmesine izin vermiyor ve kongreyi dağıtıyor.

Okuduğum, o dönemi anlatan bir kitapta bu olay ‘Türkiye’de sivil itaatsizlik eylemlerinin ve hürriyet mücadelesinin kıvılcımı’ olarak nitelendiriliyor.

27 Nisan günü birçok öğrenci gözaltına alınırken, birçok öğrenci darp ediliyor.

Kongresi dağıtılan öğrenciler ertesi gün için büyük bir eylem planladılar. Aynen ‘sarı öküz’ hikâyesindeki gibi hemen tepki göstermezlerse polisin ve kolluk kuvvetlerinin üzerlerindeki baskıyı artıracaklarını biliyorlardı.

İstanbul’da bu olaylar yaşanırken, yine İstanbul’da ve Ankara’da bazı öğretim üyeleri de öğrencilere destek amaçlı derslere girmiyor, yaşanılanları protesto ediyorlardı. Bunlardan birisi de İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olan, Türkiye’nin sayılı ordinaryüs profesörlerinden biriydi. O hoca, 28 Nisan sabahı ders için kürsüye çıktığında sessizce bekledi ve sonrasında aynen şu ifadeleri kullandı: ‘Böyle bir günde bir hukuk hocası olarak ders vermeyi içime sindiremiyorum.’

O hoca Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’dur. Laik, Demokrat, Atatürkçü bir hocadır. Ayrıca hemşerimdir, en çok övündüğüm hemşerilerimdendir. 27 Nisan’da yaşanılanlardan dolayı merkezi hükümeti suçluyor ve öğrencilerinin yanında yer alıyordu.

28 Nisan günü eylem başladı, katılım beklenenin çok üzerindeydi. Ama daha eylem başlarken polis öğrencilere saldırdı. Bu saldırı sonrası öğrencilere destek olmak için bahçeye çıkan öğretim üyeleri de oldu. Birkaçı saldırıdan nasibini aldı ve yaralandı. Ama o günün tabi ki en unutulmaz olayı maalesef Turan Emeksiz’in hayatını kaybetmesiydi. Polis kurşunuyla hayata gözlerini yummuştu Emeksiz...

***

İzmir’in ise geçmişi olan iki büyük üniversitesi var. Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri. Geçmişte, en azından AKP iktidarına kadar, ülke tam demokratik bir ülke olmasa da üniversiteler kısmen özerkti. Kendi rektörünü kendisi seçer, güvenliğe ve asayişe ihtiyaç duymaz ve sadece gerektiğinde (o da rektörlük isterse) kolluk kuvvetleri üniversitelere girebilirdi. Özel güvenlik bile olmazdı. Şimdi hak getire…

İzmir’in bu en büyük iki üniversitesinde şu anda görev yapmakta olan iki rektör de üniversite tarafından seçilmiş değiller, Cumhurbaşkanı tarafından atanmış rektörler. Ege Üniversitesi Rektörü Necdet Budak’ın, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan geliyor diye üniversite hocalarını kapı önüne dizdiği hala hafızalarda. Ben de Ege Üniversitesi mezunuyum. O fotoğrafta bir hocamı görmüştüm de utanmıştım yerine. Daha ne hikâyeler çıkar Budak’tan ama yazının konusu da tam olarak bu değil. İlerde ele alırız onları…

Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Nükhet Hotar’ın ise bambaşka bir skandala imza attığını öğrendik geçtiğimiz hafta. Daha önce yaptıklarından çok daha içler acısı, utanç verici bir olay… Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencisi Serenay’a bir fotoğraf paylaşımı üzerine üniversite yönetimi tarafından soruşturma açılmış. Söz konusu fotoğraf, seçilmiş Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı ile çekilmiş bir fotoğraf... Paylaşırken ‘kayyumlar gidecek’ yazmış Serenay! Ezici üstünlükle seçilmiş ve yerine kayyum atanmış bir belediye başkanı için yazmış bunu. Neyse sözün özü ceza verecek bir şey bulunamayınca ‘Rektör Nükhet Hotar’ın şeref ve haysiyetini zedelemekten’ Serenay’a 15 gün uzaklaştırma cezası verilmiş.

***

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Necdet Budak, Nükhet Hotar… Nereden nereye?