Mirabel kardeşler olarak bilinen üç kız kardeş: Patria, Minerva ve Maria Teresa. 1930’dan 1961 yılına değin Dominik Cumhuriyet’ini yöneten Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden üç tarihsel simge. Mücadelelerini kitleselleştirmeyi başarmış ve ülke çapına yaymış üç cesur kadın. Hikaye buradan sonra tanıdık ve ne acı ki tekerrür çarkında dönüp duruyor. 25 Kasım 1960 tarihinde dikta rejimine karşı mücadele ettikleri için diktatörlük polislerince durdurulduktan sonra tecavüz edilerek ve dövülerek katledildiler. Katliamın ardından olay örtbas edilmek için cesetler cipe konuldu ve bir uçurumdan atılarak olaya kaza süsü verilmeye çalışıldı. Haber kamuoyuna Trujillo’nun yandaş gazetesi El Caribe tarafından ‘araba kazası’ olarak duyuruldu. Ancak bu örtbas girişimi başarısız oldu. Ve katliamdan bir yıl sonra, Mirabel Kardeşler’in kurdukları Clandestine Hareketi diktatörlüğün yıkılmasında önemli bir rol oynadı. Kardeşlerden birinin kod adı Kelebek’ti ve bundan esinlenerek o tarihten bu yana bu üç kız kardeş gerek Dominik’te gerekse dünyada ‘Kelebekler’ olarak anılır oldu. Bazı ölülerin, yaşamın seyrini değiştirebilmek gibi sıra dışı güçleri vardır, bilirsiniz. Takvim 1981 yılını gösterdiğinde Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda, 25 Kasım ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü’ olarak kabul edildi. 1985 yılına gelindiğinde ise bu gün, Birleşmiş Milletler tarafından ’25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Mücadele Günü’ ilan edildi. 1981 yılından bu yana kadınlar, Kelebekler’den aldıkları ilhamla dünyanın her bir köşesinde kanat çırpıyorlar. Sözünü ettiğim dünya kadınlarından birisi olarak isyanımızın muhatapları nelerdir, bir ‘ses’ de buraya bırakayım: Muhatabımız toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir, ayrımcılıktır, ataerkil şiddettir, ev içi şiddettir, tacizdir, tecavüzdür, savaştır, militarizmdir, ırkçılıktır, milliyetçiliktir, şovenizmden beslenen medyanın kadın düşmanı dilidir, gerçek adalet değil erkek adalet işleten yargıdır, iktidarın ürettiği kadın karşıtı politikalardır, kadını yok sayan tüm töreler ve geleneklerdir.
Dünyanın şeceresi kadın hususunda utançlarla dolu, gerçeklerimizi farkındayız fakat artık ‘yazgımızı’ yazacak kalemin bizlerin elinde olduğunu da farkındayız. İtaat etmiyoruz, boyun eğmiyoruz, sineye çekmiyoruz, sessizliği bölüyor sesimiz, gecekondulardan, plazalardan organik bir örgütlenmeyle çoğalarak geliyoruz, yaşamın her alanına ayak izlerimizi bırakıyoruz, KADINIZ, VARIZ, BURADAYIZ ve korkmuyoruz, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz, çünkü BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN.
EKMEK VE GÜL
Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında
Donuk fabrika bacalarına, yoksul mutfaklara
Çarpıyor sesimiz ve birden parlayan
Bir ışık gibi ulaşıyor insanlara
"Ekmek ve gül! Ekmek ve gül!"
…
Yürüyoruz yürüyoruz, erkekler için de yürüyoruz
Çünkü hâlâ bizim oğullarımızdır onlar
Ve biz hâlâ analık ederiz onlara
En zorlu iş, en ağır emek
Ve çalışmak doğuştan mezara dek
Ve böyle sürüp gitsin istemiyoruz
Yaşamak için ekmek
Ruhumuz için gül istiyoruz!
…
Yürüyoruz yürüyoruz kol kola
Saflarımızda ölüp gitmiş arkadaşlarımız
Ve türkümüzde onların kederli "Ekmek!" çığlıkları
Çünkü bir köle gibi çalıştırıldı onlar
Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun
Biz de bugün hâlâ onların özlemini haykırıyoruz
İş ve ekmek istiyoruz
Ama gül de istiyoruz
…
Yürüyoruz yürüyoruz, yan yana, güzel günler adına
Kadınız, insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz
Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa
Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe, yaşamın sundukları
İşte bunun için yükseliyor yüreklerimizden
Bu ekmek ve gül türküleri
Ve yineliyoruz hep bir ağızdan
"Ekmek ve gül! Ekmek ve gül!"
JAMES OPPENHEIM
Okuyucuya sevgi ile.