22 Şubat 1980 tarihinde, Cumhuriyet Gazetesi’nin ana sayfasında yayınlanan yazıda, 1980 yılının ilk iki ayında İzmir’de yaşananlar için Orhan Apaydın şöyle yazıyordu: “Ekonomik bunalım ve terör gibi dertlerin bitmesi için hükümetin öngördüğü yüz günlük çalışma süresinin dolduğu bu günlerde Tariş işyerlerinde çalışan 11 bin işçi de sokağa atılarak çoluk çocuğu ile aç bırakılma tehdidi ile karşı karşıya bırakılmış bulunuyor. Tariş olaylarının gerisinde yatan asıl gerçek budur”

1979’un ikinci yarısında Süleyman Demirel iktidarı, memleketteki çalışma düzenini yenilemek ister. Bunun nedeni bakanı Turgut Özal’ın Amerika’dan ithal ettiği neoliberal çalışma politikalarıdır. Bu plana göre devletin sahip olduğu kurumlarda maaşlar azaltılacak, kurumların karlılığı esas hale getirilecektir. Cumhuriyetten çok daha önce İzmirli iş adamları tarafından İzmirliler için kurulmuş olan Tariş kooperatifi, incir, zeytin, üzüm, pamuk işinden o kadar güzel paralar kazanıyordur ki, neoliberal olmayan bir kafayla kurulmuş bir kooperatif olarak bu kazandığı parayı çalışanlarına üleştiriyordur. Çalışanlar yine İzmirliler, İzmir köylüleridir. Bu maaş düşürme işini kabul etmezler. Üstelik neredeyse yüz yıllık düzen olan, işten emekli olan çalışanın yerine onun çocuğunun getirilmesi işi de iktidar tarafından iptal edilmek istenmektedir. Tarişliler ve tabii ki bağlı oldukları sendikalar bu görüşe direnirler.

Hal böyleyken, 22 Ocak 1980’de Tariş binalarından hala kimin yaptığı bilinmeyen bir şekilde Çiğlik İplik ve Üzüm işletmeleri Pamukyağı ve Zeytinyağı kombinası binasından polise ateş açılır. İktidara göre Tariş gibi yerler, sol örgütler için kurtarılmış bölgeler olmuştur. Savcılık Çiğli’deki binayı arasa da ateş edilen silahlara veya kurtarılmış bölgeye rastlanmaz ve fakat Tarişli işçiler olay neticesinde göz altına alınır.

Orhan Apaydın yazısında Tariş’teki bu işten bahseder “Tariş’te siyasetin ne işi vardır?” der “Tariş’in asıl işverenleri kooperatiflerin ortakları ve 80 bin üzüm, incir pamuk ve zeytinyağı üreticisidir. Devlet bu kuruluşlarda gerçek işveren durumunda bulunmaktadır. Üretim araçlarının sahipleri kooperatif ve onlarla birlikte üretenlerken devletin buradaki vasfı nedir?” der.

Tarişteki eylemler yıl boyu sürer. Ve fakat sonra darbe olur. Siyasi iktidarın türlü oyunlarla yapamadığı işi cunta bir gecede çözer. Tariş’te yeni dönem başlar. Maaşlar indirilir, haklar yok edilir. Tariş artık kar etmesi gereken, işçilerin maaşlarını maliyet olarak gören, ekonomik kriz zamanlarında ilk iş işçilerin alacakları ile oynayan bir şirket olur.

1980’den tam 45 sene sonra, cunta yok olsa da 12 Eylül darbesini yapanların isimleri lanetle anılsa da onların ülkeye getirmiş olduğu düşünce yapısı duruyor. İzmirli için, İzmirli çalışanlar için kar amacı gütmeden davranması gereken başta İzmir Büyükşehir Belediyesi gibi kurumlar, en ufak bir ekonomik durumda maliyeti işçiye kesiyor. Dahası bu işin yegane sorumlusu olan AK Parti iktidarı, kafasını çeviriyor. İzmir’de belediye çalışanlarının maaşları, iktidarın yaptığı kesintiler sonrası ancak 1/3 oranında ödenebildi. Belediyenin olanca harcaması içinde, ilk kesilen gider işçinin maaşı oldu. İktidar bundan rahatsız olmamış olacak ki “işçinin kutsal emeğini karşılıksız bırakıp zulmetmeyelim aramızda çözelim” demek yerine yaşanacak grevleri merakla bekliyor gibi. Belediye ilk zorlukta cezayı işçiye kesiyor, her şeye gücü yeten iktidar ise buna gözünü yumuyor. Bu reva değil.

Efendiler, iktidar savaşınızda emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan insanları meze olarak kullanmayı bırakın. Cuntanın ismi lanetle nasıl anılıyorsa, yarın sizin de adınız benzer anılabilir. Bu dünyada yaşanan hangi zaferin kefareti olabilir ki?