Sonra yeryüzünün bir yerlerinde yine çalınca savaş tamtamları bu kez Suriye’den yükseldi acı çığlıklar. Yine lanet katliamlar, kirli hesaplar, işgal planları ve yeni ölümler, yarım kalmış çocuk gülüşleri ve yok oluşlar. Her savaşta olduğu gibi sayılabilecek onlarca şey ve elbet göç… Suratlarına kapanan tüm kapılara bir umutla yeniden yeniden dayanan bir halk, kalıp yurdunda ölmeyi bekleyenler, savaşanlar, kaçanlar, kurtulanlar, vazgeçenler, geçmeyenler… Kısacası bir savaş döneminde olabilecek her şey. Kimini takdir edip kimini kınayabiliriz. Önemli olan bundan sonrasına dair edeceğimiz iki kelamdır aslında. Önce Türkiye’ye ardından Avrupa’ya Suriye’den yayılan göç dalgası beraberinde her biri birbirinden acı binlerce, milyonlarca hikâyeyi de yarattı aslında. Kentlerin sokaklarında aşina olduğumuz ve birçoğu olanca yoksulluk ve çaresizlikle boğuşan, ölümden kaçıp aslında bir sonraki adımında ona yeniden yakalanan binlerin öyküsü. Denizlerin anlamını değiştirip o en sevdiğimiz maviliği ölümle anmamızı sağlayan koca trajedi, koskoca insanlık utancı... İnsan kaçakçılarının, kadın satıcılarının, çetelerin eline düşmüş kadınlar, çocuklar, Suriyeliler… Ülkelerini bırakıp kaçtı diyerek kızılan insanlar… Hem de bunu diyenlerin muhtemeldir ki ülkede yaşanacak ve kendisinin yakıdan etkileneceği savaşvari bir durumda gemiyi ilk terk edecek olanlar olmasının çelişkisiyle yoğrulmuş bir davranış biçimiyle lanetlenen insanlar. Kolay değil yani ölümün kıyısında yaşama tutunan insanları sırça köşklerden anlayabilmek.
Suriyelilere karşı örgütlenen linç kampanyasının içinde yer alan sağlı sollu “vatanperverlerin” itiraz noktalarına bir bakmak gerekir elbette, desteksiz atıp tutmamak adına. Her ne kadar lokantasının duvarına “Burada Suriyelilere yemek satışı yok” yazan pek milliyetçi lokantacıyı, evet evet o millete at eti yediren, bozuk ürün kullanan, malzemeden çalan, vergi kaçıran lokantacıyı ve Suriyelilere can yeleği ve bot satmaya çalışan o marketçinin, ayakkabıcının esnaf zalimliğini anlayamayacak dahi olsak da.
"Suriyelilere TOKİ evleri verilecekmiş" diyorlar. İtiraz edebilirsiniz, burası ayrı. Ama bu yüzden ayaklananlara bir çift söz olsun şuradaki iki satır yazı. Şimdiye dek memleketin yoksullarının barınma ve sağlıklı konut hakkına dair tek kelime söz etmemişsin. Kentsel dönüşüm adı altında yağmalanan yoksul haklarına bir dakika olsun kafa yormamışsın. Sağda solda TOKİ evlerinin söz konusu bölgelerdeki kimi yöneticilerinin akrabalarına hibe edilir gibi dağıtıldığını duymamışsın, duysan da ses çıkartmamışsın, ev sahibiysen bulduğun öğrenciyi soymak adına her türlü işe girişmişsin. Şimdi kalkıp benim vatandaşımın evi yokken diye başladığın cümlelerinin anlamsızlığında boğulursun. Yapma…
Suriyeliler üniversiteye sınavsız alınacakmış, buna da itiraz hakkın elbette var. Ama sen değil miydin memlekette en ufak talepleri için sokağa çıkan üniversitelilere küfrü basıp, onları düşman gibi gören? Polisin gözaltına aldığı gençlere bir tekme de sen sallamamış mıydın? Birilerine sınav soruları servis edilip milyonlarca gencin geleceği çalınırken sessiz kalıp, umursamayan kimdi ya da? Üniversite sınavlarına, YÖK’e, harçlara, üniversitedeki faşist ablukalara, paralı eğitime karşı seslerini yükselten öğrencilere antidemokratik yollarla karşılık verirken birileri, başını kuma saklayanlardan değil miydin? Şimdi mi aklına geldi bu ülkenin gençlerinin üniversiteye dair yaşadığı sorunlar? Benim ülkemin gençleri diye başlama cümleye geçmişte yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını verme şansın kalmaz. Yapma…
"Suriyelilere vatandaşlık verilecekmiş" diyorlar. Haklı sebepler bulunabilir karşı çıkmak için. Ama sen meselenin neresindesin? Kutsadığın bir vatandaşlığa kimseleri layık görmemenden değildir herhalde karşı çıkış sebebin? Kimi politik çevrelere yedeklenecek “yeni vatandaşların” ortaya çıkışından rahatsızlık duymak gibi somut sebepler sunabilir misin? Vatandaşlığa geçecek Suriyeliye değil de onları vatandaşlığa geçirecek olanlara tek kelime edebilir misin? Yoksa seni yöneten güçten duyduğun amansız korku ile zayıf gördüğün, öteki kıldığın insanlardan mı çıkaracaksın tüm bunların acısını?
“Ama onlar da çok düşük ücrete çalışıyorlar” deniyor. Doğrudur, çalışırlar da ve sen bundan rahatsızlık duyabilirsin. Fakat bu sorunun sebebi olarak onları görüp tarifi imkânsız zalim bir pratiğe bürünüyorsan meseleyi pek de anlamamışsın demektir. Düşük ücrete çalışan Suriyeliye çatarken onları üç kuruşa çalışmaya mahkûm eden patronla sorun yaşamıyorsan bu rahatlığını ve sende vücut bulan anlamsızlığı içindeki piyasacılığa, ezikliğe, köle ruha ve korkaklığa borçlusun demektir. Şimdiye kadar seni emeğin için mücadeleye çağıranları yalnız bırakıp, bu yetmezmiş gibi bir de onları düşman görmüşken, kendi emeğin ve çocuğunun geleceği için zerre harekete geçmemişken öyle büyük laflar etme ne olur. O nedenle gel önce herkese düşük ücreti ve kölece çalışma koşullarını reva gören ve herkesin alın terini kendine kar olarak döndüren patrona çat ki emeğine sahip çıktığını falan sanalım.
Yurtlarından kendilerinin olmayan, başkalarının çıkarttığı bir savaş yüzünden sürülmüş insanlara duyduğun öfkenin onda biri kadar bu savaşa sebep olanlara tek kelime etmiyorsan, edemiyorsan eğer varolan zulme bir yerlerden ortak olmuşsun demektir. Bu yüzden gel etme sen yine de…