Merhaba Sennur Abla,
Adnan abi, “Hep Seninle/ Sennur’la Konuşmalar”ı İzmir’de, kitap fuarında, “Bekir Yurdakul arkadaşımıza Sennur’la birlikte, hep birlikte...” notuyla imzaladığından beri sana, iki satır olsun, yazmak hep aklımdaydı. Değilse hep aklımdasın/ aklımızdasın. Bu arada, benden duymuş ol, Adnan abi, Türkiye Yazarlar Sendikasının başkanı oldu.
Şimdi oturdum ya mektubun başına, yazacaklarım, “Önce beni!” çığlıklarıyla uçuşmaya başladı dört bir yanımda. Hadi, sondan/ en yeni haberden başlayayım:
Yayıncı dostların, “Evrensel” çevresinden arkadaşlar (15 Temmuz 2016’da, hâlâ ne olup bittiği anlaşılmayan bir kalkışmanın ardından muktedirin ilan ettiği “olağanüstü hal”, “Evrensel”i de kapatınca) Manos Yayınları, senin adına ve DİSK Gıda-İş Sendikasıyla ortaklaşa bir yarışma düzenlemekteler: “Sennur Sezer Emek ve Direniş Şiir Öykü Yarışması”
Bu yılın ödülüne, şiirde, “Geldim Sana” adlı dosyasıyla İlhan S. Çomak, öyküde “Hasır Lokantası”yla Hüseyin Peker değer bulundu.
Sevgili Peker’i radyo programım “Edebiyat Durağı”na konuk ettim. Kutladım ödül için. Ne dedi biliyor musun? “Dosyayı beğendiler, beni değil!”
Geçen yılın şiir birincisi Özge Sönmez’le de aynı programda seni konuştuk. Ödüllü kitabından (“Güle Batır Öfkeni”) şiirler okuduk senin için. Öykünün birincisi Cem Kertiş, adınla çoğalan “Kaybolanın Hikâyesi” kitabını Ali İsmail Korkmaz ve Berkin Elvan’a ithaf etti. Törende olsan yaşarırdı gözlerin ama çok da mutlu olurdun.
Arada ne düşünüyorum, biliyor musun? İyi ki 10 Ekimi yaşamadın! İyi ki görmedin o günün Ankara’sını!.. 20 Temmuz Suruç’un beter bir benzeriydi. Bilmez miyim; 7 Ekimde, öyle ansızın çekip gitmende Suruç’un acısı da vardı.
İçim daraldı, seni de daraltmayayım şimdi.
Sahi Söke’yi anımsıyor musun? Sanat Edebiyat Kitap Günlerini...
O yıl yine orada, yalnızca sunum için bulunduğumu düşünüp dalıp gitmişken ben, akşam yemeğinde Talat Avcı’nın, “Çocuk edebiyatı ortak alanınız. Yarın bunu da konuşalım. Ben yönetirim oturumu!” önerisine gülümsemiş, “Ne konuşacağız?” diye sormuştun. “Kolay ablacığım; sen çocuk edebiyatı diye bir şey yok dersin ben var; geçinip gideriz...” deyince bir kahkaha atmıştın. Sahiden de ilk sözün, “Çocuk edebiyatı diye ayrı bir edebiyat yoktur...” olmuştu. Sıra bana gelince sana bir harflik karşı çıkışımı dillendirerek başlamıştım söze: “Sennur abla, ‘Çocuk edebiyatı diye ayrı bir edebiyat yoktur...’ dedi ya, tümcenin sonundaki ‘r’ harfini atıyorum, hepsi bu...” Dönüp şöyle yumuşacık bakmıştın. “Çocuklar için yazılmış öteki yapıtlarının yanında yine onlar için çok başarılı şiirlerini topluca okuduğumuz ‘Pencereden Bakan Çocuk’ kitabını ben yazmadım herhalde!” dediğimdeyse gülümsemiştin.
Biliyor musun Sennur Abla, senden sonraki İstanbul Kitap Fuarına (2016) gidemedim. “Yarın Fuarda mısın? İyi öyleyse 11.00’de bul beni!” diyen sen yoktun ki!
İki kez çağırmıştın böyle... üstelik ne olacağını da söylemeden! Sonra kendimi, senin “Maksat Muhabbet” programında, Hayat TV’de bulmuştum. Hayat TV de tıpkı Evrensel gibi ne zamandır kapalı! Sanırım ikincisindeydi, Doğan Hızlan Kitaplığı’nda yayın hazırlıkları sürerken “ev sahibi” (Doğan Hızlan) kapıda belirmişti. Sen, “Doğan, dün seni düşümde gördüm...” deyince “Kâbustur o Sennur, kâbus!” diyerek kocaman bir kahkaha atmıştı Doğan abi.
Bak şimdi Gülten abla geldi aklıma. Onu da aynı yıl (4 Kasımda) uğurladık.
İzmir’de, “Kadın Yazarlar Derneği”nin, “onur ödülü”nü de sunmak üzere düzenlediği etkinliğin son konuşmacısıydın hani!
Ve bunun için İstanbul yolunu kısa kılmıştın. Günün son seslenişiydi seninki. Gülten ablayı yormayalım uyarılı akan izlenceye vermiştin ayarını:
“Gülten (Akın) gibi darıdan küçük olup da içine dünyayı sığdıran şairlerimiz ne yorulur ne usanır! Onun bize daha kitap borcu var… ‘Yormayalım!’ demelerinizden incindim.”
Şu dört yılın içinde neler neler yasaklanmış, yitip gitmiş, unutulmuş be Sennur Abla!
“Uluslararası İzmir Şiir Buluşmalarımız” da “mazi” oldu, biliyor musun! Seni de ağırlamıştık o “günler”in birinde. Akşam yemeğinde, nasıl olmuştu bilmem, aklıma gelmişti. “Sennur Abla, ‘Bir Sabahın Üç Kapısı Var Göğe’ şiirini besteledim ama unuttum iznini almayı!” dediğimde, “Oku bakayım!” demiştin. Sazsız, yorumlayınca besteyi, sevinçle haykırmıştın:
“İzne ne gerek! Ama ille de gerekiyorsa buradaki herkes tanık olsun, verdim gitti!”
Buralarda mı?
İyi giden pek bir şey yok!
Az kaldı unutuyordum: İstanbul sallandı geçenlerde, 5,8 şiddetindeymiş!
Şimdi herkes rant uğruna yok edilen “toplanma alanları”nı konuşuyor.
Sana yazacaklarım bitmez, şimdilik koyayım noktayı.
Hoşça kal Sennur Abla.