Alev Alatlı’nın ölümü beni derin derin düşündürdü. Hayatla, yaşlanmakla, entelektüel duruşla, yaşadığımız dönemle ilgili pek çok soruyla uykularımı böldü. Yanıtlarım bazen bir yana bazen de öbür yana yuvarlandı.
Bunun nedenlerinden birisi ikimizin de subay çocuğu olmamızdı. Benim babam Mehmet Şahin 1915 doğumluydu ve Harbiye’den 1936 yılında mezun olmuştu, onun babası Ertuğrul Alatlı 1916 doğumluydu ve 1937 mezunuydu.
Selanik kökenli bir aileden gelen Ertuğrul Alatlı kurmay olmayı başarmıştı; Torosların eteğindeki bir Yörük köyünden gelen Mehmet Şahin ise kurmay yapılmamıştı. Albay Alatlı, 27 Mayıs müdahalesinin hazırlayıcılarından biri olarak Milli Birlik Komitesi’nin parlak üyelerinden biri olmuştu. Askerin siyasete karışmasına karşı çıkan Yarbay Şahin ise emekli edilmişti.
Türkiye sevgisi
O dönemde subay çocukları, babaları sık sık farklı yerlere atandığı için Türkiye’yi iyi tanırlardı. Belki de bu yüzden Doğu-Batı demeden ülkeyi gezer, babalarının da etkisiyle ülkeleriyle iftihar ederlerdi. Genellikle çok meraklı ve iyi öğrenciler olmalarının bir nedeni de buydu.
Alev Hanım’la yaşlarımız yakındı, ikimiz de İkinci Dünya Savaşı’nın çocuklarıydık. İkimiz de orta ve yüksek öğrenimimizin önemli bir kısmını ABD’de yapmıştık. Baba parasıyla değil, burslarla. Bu nedenle ikimiz de sık sık Türkiye hakkında sorulara yanıt vermek zorunda kalmıştık. Bu soruların çoğu cahilce, aptalca sorulardı. Arada, düşmanca olanları da vardı. Bu yüzden genç yaşta bir Türkiye’yi savunma refleksi geliştirdik. O refleks ömür boyunca bizimle birlikte geldi.
Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra çıkan ilk kitabımın adının “Türk Olmak Kolay Değil” olması boşuna değildir.
Batı’yı tanımış Türk aydınlarının büyük çoğunluğunun sorduğu sorularla uğraşıyorduk: Biz nereye aitiz? Doğulu muyuz, yoksa Batılı mı? İslam dini bizim geri kalmamıza mı neden oldu, yoksa bizi bir arada tutarak emperyalizme yem olmaktan mı kurtardı? Atatürk ve Cumhuriyet olmasaydı biz olur muyduk? Peki ama, parlak dönemlerden sonra onlar ileri giderken biz niçin geri kaldık?
Arafta olmak
İkimiz de durumuzun iğretiliğini kabul ettik. Ne Batılıydık, ne de Doğulu. Alatlı, eski kültürümüzü inkar ettiğimiz için Araf’ta kaldığımızı belirtti. Ben ise, yeni kültürü yeterince içselleştirmediğimiz için iki arada bir derede bulunduğumuzu vurguladım. Ne orada ne burada… Sadece “derede” değil, sel yatağında.
Fikirlerimin bu şekilde evrilmesinde emekli subay babamın katkısı büyüktür. 2002’de ölünceye kadar yayınlanmış her yazımı okudu, fikir belirtti. Bunları “Ağrı’ya Dönüş” kitabımda anlattım.
Ya Alev Hanım? “Müdahaleci” kurmay subay babasının onun düşünsel evrimindeki rolü, etki ya da tepki olarak, nedir? Hayatının son çeyrek yüz yılında içli dışlı olduğu, 27 Mayıs’ı vatana ihanet sayan, “darbeci”lere gece gündüz ateş püsküren ve lanetler yağdıranlara ne diyordu? Babasını savunuyor muydu yoksa suçluyor muydu?
Çocukların hayatlarında bir “baba” faktörü aramak için ille Freud’çü analist olmak gerekmiyor!
İki soru
Alev Hanım’la uzun yıllardır konuşmadık. Denk gelmedi. O zaten artık, parlak ampullere kanatlarını yakacak kadar yaklaşmayı göze alan bir pervane kelebeği olmuştu. Ben ise hala o ampullerden ne pahasına olursa olsun uzak durulması gerektiğine inanıyordum.
Olabilseydi, iki subay çocuğu olarak hayatlarımızın benzerliği çerçevesinde bu soruyu sormak istiyordum:
“Bağımsız bir aydının siyasal iktidara mesafesi ne olmalıdır?”
Bir sorum daha olacaktı: Romanlarından birisini okurken dehşet içinde kalmıştım. Solcuların toplandığı bir cenaze töreninde, “Maocu Haluk Şahin” mezar başında bir konuşma yapıyordu.
“Maocu Haluk Şahin!” Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Hayatımda hiç olmadığım ve olmak istemediğim bir şeydi bu. Şimdi edebi bir kitaba geçmişti ve kuşaktan kuşağa dolaşacaktı.
Hemen kendisine telefon ettim, durumu söyledim. “Hay Allah gözümden kaçmış, ben Şahin Alpay demek istemiştim!” dedi.
Liberal ve Fethullahçılıktan yargılanmış da olan Şahin Alpay’ın gerçekten bir Maocu geçmişi vardı.
Yayınevi tüm kitapları geri çağıramayacağına göre, ilk baskıda düzeltmesini rica ettim.
“Tabii, düzeltirim!” dedi.
Düzeltip düzeltmediğini soracaktım.