1 Ocak sabahından yepyeni bir yılın ilk gününden sevgi ve umut dolu bir merhaba hepinize. 1 Ocak’ta daha soft bir şeyler yazmaya niyetliydim günlerdir. Bunu ne kadar başardığıma yazının sonuna gelince siz değerli okurlar karar versin. Hoş, Türkiye’de politik olmayan bir şeyler yazmak ne kadar mümkün bilmiyorum gerçekten. Günlük hayattaki hemen her şeyin politik olmakla uzak/yakın bir ilişkisi olduğunu bilen birisi olarak bu zorluğun farkındayım.
Yıl artık 2020 oldu. Çocukluğum ve ilk gençliğimin kurgusu ‘21. yüzyıl’ teması üzerineydi. Hayaller, umutlar, teknolojideki gelişim, eğitimde yapacağımız sıçramalar, yeni keşifler vs vs derken hepimiz 21. yüzyıla kuruluyduk. Geldiğimiz gün itibariyle, bu gelecek tahayyülünün beşte biri, yani ilk 20 yılı geçti gitti bile. Bizim payımıza düşen ise, bu 20 yılın 18 yılını siyasal islam ile yönetilen bir Türkiye oldu. Bütün bu hayallerin de doğurduğu tek ‘’teknolojik gelişme’’ de geçen hafta tanıştığımız ‘’yerli otomobil’’di.
Geçen hafta sosyal medyada bir anket vardı. “2010’da gerçekleşen hangi süreç Türkiye siyaseti için sonuçları açısından en kötüsü?” diye soruyordu. 2010&2017 referandumlar, 7 Haziran, 1 Kasım 2015, 15 Temmuz 2016 ve sonrası seçenekleri vardı. Alttaki yorumların tamamına yakını ise ‘hepsi’ diye haykırıyordu. Bunun üzerine düşündüğümde bu ilk 20 yılın hangi yakıcılıkta geçtiği tertemiz bir özet gibi önümde duruyordu. 21. Yüzyılın ilk 20 yılı böyleydi maalesef.
Başlangıçta sevimli gözükmeye çalışan, ‘özgürlükçü’ymüş gibi yapan, liberal soslu siyasal İslam, ülkeyi bir kaostan diğerine ‘çılgın’ca sürüklemişti. Amaç, kendi iktidarını kalıcılaştırmak ve tek adam rejimini kurumsallaştırmaktı kabaca. Bu 18 yıllık iktidarlarının son 10 yılı bir takım seçkinlerin sürekli ve kalıcı iktidarını tesis etmek için, demokrasi enstrümanlarını kullanmalarını ve demokrasiyi sonsuza dek rafa kaldırmalarını ibretle izlediğimiz bir süreçle geçip gitti.
2019’u değerlendirme kısmına gelecek olursak, bana göre yılın en önemli olayı, bu ilk 20 yıllık döngüyü değiştirecek bir sinyal olması açısından 23 Haziran’da İstanbul’da yenilenen belediye başkanlığı seçimini Ekrem İmamoğlu’nun 800 bin oy farkıyla kazanmış olmasıdır kanımca.
Çok haklı ve mutlak bir başarı vardı ortada. Uzun zamandır görmediğim bir dayanışma yaşanmıştı İstanbul’da. Bizzat iktidar tarafından ‘ötekileştirilmiş’ kim varsa, yan yana durmayı başarmış; dil, din, ırk farklılıklarını bir kenara bırakmış; barışa olan inançlarını birleştirmiş olan milyonlarca insan AKP’nin karşısına tek başına dikilmişti.
Kitlelerin umutsuzluğunu dağıtan bu seçim galibiyeti kimilerine göre sonun başlangıcı gibi görülse de bana göre sonun sonuydu AKP için. Bundan sonra toparlanmalarına olanak yoktu. Son günler, son kozlar, son tehditler, son kartlar zamanı gelmişti. Ve gerçekten de öyle geçti 2019’un ikinci yarısı. En az bizim kadar onlar da farkına varmıştı bu tükenişin. Ne yapsalar durulmayacaktı artık. Kendi içlerinden çıkan minik minik oluşumlar bile çok can acıtıcıydı. İhanete uğramış gibiydiler. Ve bu ihanetin bedelini ödeteceklerdi. Önce seçmenin ihaneti sonra kendi yoldaşlarının ihanetiyle moral üstünlükleri de artık yerle bir olmuştu.
...
Kişisel olarak, 26 yıl sonra İzmir’e tersine göç yaşamış birisi olarak, ailemle, çocukluk arkadaşlarımla, eski dostlarımla kucaklaşmaların yılıydı benim için 2019. Hepinizden daha iyimser olmamın nedenlerinden biri de budur elbette. Ve eklemek lazım ki 2019’daki bu gelişmeleri çıplak gözle izleme şansını bulmuş biri olarak 2020’ye daha umutlu gözlerle bakıyorum.
Sonun sonunu görmüş bu iktidarın kalıcı olarak hayatımızdan çıkıp gideceği bir yıl olsun 2020. Demokrasinin, barışın, dayanışmanın yılı olsun. Vicdanlı çocukların büyüdüğü, yabancı düşmanlığının bittiği, insanların birbirlerine güven duyduğu bir yıl olsun. Eşitlik ve adalet dolu günler yaşayalım hep birlikte. Ötekileştirmeyen, öz yargılardan arınmış günler yaşayalım hep birlikte.
Ancak tüm bu dileklerin gerçekleşmesi için, özetin özeti bir cümleyle bitirelim: AKP iktidarının hayatımızdan çıktığı bir yıl olsun 2020.
Barış ve dayanışmayla...