TBMM’de devam eden Anayasa Görüşmeleri tüm tartışmalara, kavgalara, kulak tıkanan eleştirilere ve uyarılara rağmen geldiği hızla devam ediyor.
Herkesin bildiği gibi Anayasalar toplumsal mutabakattır.
Toplumun tüm kesimlerinin kendine yer bulabildiği metinlerdir.
Bu nedenledir ki, kapsamlı değişiklikler toplumun temsil edildiği toplantılarla tartışılmalı, toplumsal mutabakatın metne yansıması sağlanmalıdır.
Ancak ne var ki, şu an TBMM’de görüşülmekte olan anayasa değişikliği metni, sistemi ve rejimi topyekûn değiştirirken kimsenin fikri alınmadan tek elden çıkan bir metin görüntüsü veriyor.
Bilindiği gibi, 1919’da başlatılan Kurtuluş Mücadelesi ve 1920’de açılan TBMM ile egemenliğin halka ait olacağı ve Cumhuriyet rejiminin sinyalleri açıkça verilmişti.
1922’de tek adam hakimiyetine ve din merkezli yönetim ve hukukun yaratılan modern Türkiye’de çağdaşlaşma yerine geriye gitme getireceği düşüncesi ile radikal bir adım ile Saltanat kaldırılmıştı.
Ve en sonunda 1923 yılında egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olacağı, bağımsızlığına vurulmuş zincirleri koparanlarca ilan edilmiş ve bunun bir tek Cumhuriyet rejimi ile sağlanabileceği tescillenmişti.
Yani kısaca tek adam hakimiyetinden çoğulcu bir temsilin sağlanacağı cumhuriyete geçilmişti.
Bugün tartışılan metin ise, bu çoğulculuğa en büyük darbeyi vuran, tek adam mutlakıyet yönetimini çağrıştıran (!) bir yönetimi getirmek istiyor.
Bağımsızlığı uğruna, demokrasi ve cumhuriyete olan inancı uğruna Kurtuluş Mücadelesinin ateşini yakanların emanet ettiği bu ülke, bir tek kişinin bağımsızlığı uğruna feda edilmek isteniyor.
Peki, ne getiriyor bu anayasa değişikliği?
En başta, parlamenter demokrasilerin ve cumhuriyetin en büyük dayanağı olan yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı tırpanlanıyor.
Yasamayı temsil eden meclis oldukça sembolik bir hale getirilerek, cumhurbaşkanının istediği kanunların çıkarılması görevini üstlenmekten başka bir görevi bulunmuyor.
Türkiye’de her kesimin temsil edildiği düşünülen ve %100’ün yansıması kabul edilen meclis, %51 ile seçilecek bir cumhurbaşkanının istediklerini yapmaktan başka bir görev edinmiyor kendine.
Milletin vekilleri kendi koltuklarını feda ediyor bir diğer deyişle.
Milletin oyunu isteyerek meclise girmeyi amaçlayan vekiller, milletin yarısının oyuyla cumhurbaşkanı seçilecek bir kişiye tüm irade ve görevlerini teslim ediyorlar.
Milletvekilliğinin maaş almaktan başka bir anlamı kalmıyor kısacası.
Burada karşı çıktığımızın seçilmesi muhtemel görülen cumhurbaşkanı değil, kim seçilirse seçilsin aynı itirazlarımızın saklı kalacağını belirtmekte fayda görüyorum.
Gerçek demokrasi denen kavram ne koşulda ve kim başta olursa olsun tek adam hakimiyetini reddetmeyi gerektirir.
Demokrasinin sadece sandık iradesi ile temsil edildiği ve sürdürüldüğüne olan inanç, bugün o sandığın yansıması olan halkın kendi iradesi ile kendini temsil etme hakkını tek bir kişiye bırakması isteniyor.
Cumhurbaşkanının partili olabilmesi düzenlemesi ile tarafsızlığını koruyabileceği iddia ediliyor.
Özellikle yargı ile ilgili düzenlemelere yargının bağımsızlığının yanına “tarafsızlığı” da eklenerek 2010 referandumu ile sözde bağımsızlığını teminat altına aldıkları yargıyı vesayetten kurtarıyorlar.
Hangi vesayetten?
Yeni bir vesayet yaratılıyor.
Partili cumhurbaşkanının atadığı üyeler ile cumhurbaşkanının partisinin çoğunlukta olduğu bir meclis aritmetiğinde meclisin atadığı kalan üyeler, yarın bağımsız ve tarafsız karar alacaklar (!)
Partili cumhurbaşkanının yargılanması için ise meclisin 600 vekilli yapısında üçte iki çoğunluğun kararına bırakılarak 400 vekilin “tarafsızca”, “kendi özgür iradesiyle” yargılamaya onay vermesini beklemek de çok iyimser bir yaklaşımı yansıtmış.
Hatırlamak gerekir, “Çözüm Süreci” başlatıldığında, halka bunun anlatılması, kabul görmesi için her kesime sempatik gelebilecek kişilerden “akil adamlar heyeti” oluşturulmuştu.
Bölge bölge, il il dolaşarak bu sürecin ülkeye barış, demokrasi, güven, huzur getireceği ve kardeşliğin perçinleneceği anlatılmıştı.
Bugün ise tüm toplumu zorunlu olarak bağlayan bir metin değişikliğine gidiliyor, Anayasa değişikliği ile yönetim şekli açıkça değiştiriliyor ancak bırakın topluma bunun anlatılmasını, toplumun bu görüşmeleri takip etmesi bile engelleniyor.
Böyle bir ortamda demokrasinin sağlamlaşacağına olan inancını insan diri tutamıyor.
Mecliste oylanmasının bitmesi muhtemel maddelere özetle bir göz atalım:
Birinci madde “yargı” ile ilgili ‘bağımsız’lıktan sonra gelmek üzere “tarafsızlık” eklenmiş.
İkinci madde “beş yüz elli” olan milletvekili sayısı “altı yüze” çıkıyor.
Üçüncü madde milletvekili seçilme yaşı “onsekize” iniyor.
Dördüncü madde “dört yılda” bir olan seçim dönemi “beş yıla” çıkıyor.
Beşinci madde “Meclisin görev ve yetkilerinde” değişiklik yapılıyor.
Altıncı madde “Meclisin denetleme yetkisinde” değişiklik bir başka deyişle daralma yapılıyor.
Yedinci madde “Cumhurbaşkanı’nın niteliklerini” ifade ediyor.
Sekizinci madde “Cumhurbaşkanı görev ve yetkilerini” ifade ediyor.
Dokuzuncu madde “Cumhurbaşkanı’nın cezai sorumluluğunu” açıklıyor.
Onuncu madde “Cumhurbaşkanı’na vekalet” edecekleri açıklıyor.
Onbirinci madde “Seçimlerin Cumhurbaşkanı’nca yenilenmesini”
Onikinci madde “Olağanüstü Hal kapsamını ve Cumhurbaşkanı’nın yayınlayacağı kararnameleri”
Onüçüncü madde “Askeri Mahkemelerin kaldırılmasını”
Ondördüncü madde “Hakimler Savcılar Kurulu’nun yapısını”
Onbeşinci madde ise Cumhurbaşkanı’nca yapılacak “Bütçe” yi düzenliyor.
Ve devam eden diğer üç madde de yürürlükten kaldırılan maddeleri ifade ediyor.
Peki özetlemeye çalıştığım maddelerde “Cumhur”un yani Halk’ın Başkanı’na bunca yetki ve güç verilirken Cumhur’a yani bu değişiklik teklifinin oylanması için oyuna başvurulacak olan Halk’a, Ne veriliyor?
Verilen bir yetki de, güç de yok!
Sadece alınan var.
Küçük bir örnekle ifade etmeliyim ki, beşyüz elli vekil yerine altı yüz vekil için daha fazla ödeyeceğimiz vergi…