Yani Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul ettiği 30 maddelik bildiri ile tüm insanlara “eşit”, ayrımcılıktan uzak”, “ötekileştirilmediği” bir dünya yaratabilmenin hedeflendiği gün.
Herkesin haklarının teminat altına alındığı, kimsenin kimse üzerinde hüküm süremeyeceği gün..
Çıkış amacı o güne kadar yaşanmış yıkıcı savaşların, demokrasi denemelerine rağmen bitmemiş baskıya dayanan anlayışla devlet yönetme alışkanlıklarının sona erdirilmesi.
Aslında insan haklarını teminat altına alma girişimleri çok daha eskiye dayanıyor.
1215 yılında İngiltere Kralı tarafından kabul edilen “Magna Carta” tarihe ilk insan hakları belgesi olarak geçti.
Daha sonra Amerika Bağımsızlık Bildirgesi.
Ama en çok konuşulan ve referans alınan kritik tarih 1789 Fransız Devrimi sonrası yayınlanan “İnsan Hakları Bildirgesi..”
Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi kavramların hem iç politikada hem uluslararası ilişkilerde yeni bir düzen kurulmasına, yeni politikalar belirleme yolunun seçilmesine, politikacıların bu kavramları siyaset anlayışlarının merkez noktasına yerleştirmelerine giden bir sürecin başladığı kabul edilir.
Ancak yıkıcı savaşlar özellikle kısa aralıklarla yaşanan I. Ve II. Dünya Savaşları, uluslararası toplumu ilk önce Milletler Cemiyeti sonra da Birleşmiş Milletler gibi çatı kuruluşlarla barış ve demokrasiyi sürekli kılarak savaşların önlenmesine yöneltti.
Devletler arasındaki savaşlar demokratik yönetimlerin yaygınlaşması ve sağlamlaştırılması ile mümkündür.
Ancak insanlar arasındaki çatışmaların önlenmesi ise demokrasi ve barışın olmazsa olmazı, diğer sac ayağı olan insan haklarının eşit bir şekilde teminat altına alınması ile mümkündür.
Dünyanın özellikle son 6 yıldır Arap Baharı ile başlayan ve Suriye’de kışa dönüşen savaşlar da tam da bu eksiklikler nedeniyledir.
Devletler üzerinden yürütülen bir savaş yokken, hüküm sürdüğünüz topraklarda insan haklarını önemsemeyen, belli zümrelere ayrıcalıklar tanıyan, demokrasiden uzak yönetimlerin yarattığı travmalar, insanlar üzerinde bıraktıkları izler belki de çok uzun yıllar telafi edilemeyecek türden yaralar açtı.
Tam bu noktada bu bildirinin ve bugünün önemine bakmak gerekir.
Bir kere vurgulamak gerekir ki, bu bildiri insanlar için yapılmıştır. Devlet sadece bunu herkese eşit uygulamak ile yükümlüdür.
Öncelikle bizler haklarımızın neler olduğunu bilmek zorundayız.
Nedir bizim haklarımız?
İlk olarak bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler.
Bunun ardından, belki bugün ülkemiz için de en çok ihtiyacımız olan temel bilgi gelmeli.
Herkes ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde açıklanan tüm haklardan ve bütün özgürlüklerden eşit şekilde yararlanabilir.
Bu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de teminat altına alınmış bir hükümdür.
Yani, eşitlik herkes içindir. Ve eşitliğin sağlanmadığı bir yerde ne insan haklarından, ne demokrasiden ne de barıştan söz edemezsiniz.
İnsan hakları, bilimsel çağın gerekliliğine uygun eğitim sisteminin yerleştiği ülkelerde daha fazla içselleştiriliyor.
Ne yazık ki, bugün ülkemizde bu pekte mümkün gözükmüyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan PISA Türkiye raporuna göre (Uluslararası eğitim değerlendirme testi), 72 ülke ve ekonomik bölgede 15 yaşındaki 540 bin öğrenci arasında yapıldı. Bu 72 ülke ve ekonomik bölgeden 35’ini Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) ülkeleri oluşturuyor. Bu değerlendirme testinde Türkiye, 72 ülke arasında maalesef ki, 50. sırada yer aldı.
Eğitim sisteminin kötü olması demek, İnsan Hakları’nın “KADÜK” olması demektir.
Ülkemiz, İnsan Hakları’na saygı açısından da hiç iyi bir noktada gözükmüyor!
Bir kadının şort giydiği için tekme yemesi, hamile bir kadının tek başına spor yaptığı için dövülmesi, hasta yakınlarının sağlıkçıyı bıçaklaması, çocuk istismar olaylarının artması, tacizin, tecavüzün artması, hırsızlık ve şiddetin artması ve en önemlisi de insanların düşüncelerini ifade etmekten korkar olması…
Ülkemizin öncelikli kalkınmasını sağlayacak tek alanın eğitime yapılacak olan yatırımın artırılması ile mümkün olduğunu artık anlamak zorundayız. Ve bu yapılan yatırımın bilime dayalı olması gerektiğini de...
İnsan Hakları Eğitim ile mümkündür. Çünkü “eğitim” insana “haklarını” öğretir.
Haklarınızı öğrenmeye ve sahip çıkmaya davet ediyorum.
- - -