Adalet tanrıçası Themis’in gözleri bağlıdır. Bu bağ, önüne gelip kendisinden adalet isteyen kişinin kim olduğunu görmeden, kim olduğuna bakmadan karar vermesini simgeler. Adaletin önünde herkesin eşit olduğunu, kararın verilmesinde kişilerin konumlarının, yargılama konusu olayın siyasal ve toplumsal etkilerinin ne olduğunun önemli olmadığını gösterir. Adalet Tanrıçası, önüne gelen uyuşmazlığı elindeki iki kefeli teraziyle tartar ve en adil kararı verir. Verdiği bu kararın uygulanmasını elindeki kılıçla temsil edilen adaletin gücüyle sağlar.
Siyasi iktidar, arzuladığı otoriter ve totaliter yönetim anlayışını topluma dayatmak için uzun zamandır yargıyı kullanıyor. Esasen bu niyetini hiçbir zaman gizlemedi. Somut bir hatırlatma yapmak gerekirse Anayasa Mahkemesi’nin Nisan 2009 tarihinde açılışı yapılan yeni binasının önünde bulunan “yerli ve milli” adalet heykelinin gözleri bağlı değildi. Verilen onlarca siyasi karar, yargı sistemi üzerindeki baskı ve tasarruflar, HSK’nin yapısındaki değişiklikler, yargıçların teminatsız bırakılıp her türlü etkiye açık hale getirilmesi, istenen kararı vermeyen yargıçların sürülmesi, görev yerlerinin değiştirilmesi, yargıç alımlarında ayyuka çıkmış partizanlık ve torpil iddiaları yaşananlardan birkaç örnek olarak sayılabilir.
Yargının karar verirken hukuk ve adaleti değil yönetimin ihtiyaç ve beklentilerini, düşüncelerini hatta düşünme ihtimali olan şeyleri düşünerek karar vermesinin istenmesi yeni bir durum değil. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Ancak tarih adaleti yok edenlerin, iktidarlarının devamı için hukuku eğip bükenlerin siyasi güçlerinin sınırlı ve sonlu olduğunu göstermesi bakımından öğretici.
Sözü eğip bükmeden, doğrudan söyleyelim: Ekrem İmamoğlu hakkında verilen karar apaçık biçimde siyasi bir karardır. Siyasi amaçlar ve siyasi hedefler gözetilerek verilmiş, verdirilmiş bir karardır. Öyle olduğu için toplum tarafından hatta siyasi iktidara yakın olanlar, oy verenler tarafından meşru ve hukuki görülmemiştir. Hukuki bir karar olmadığı için kararın yerinde olup olmadığının hukuk zemininde tartışılması anlamsızdır. Üzücü olan şey yargının araç haline getirilmesi ve bunun yargı mensupları eliyle yapılıyor olmasıdır. Egemenliğin tek sahibi olan milletin verdiği yargı yetkisini, millet adına hukuk ve adaletle kullanması gerekirken bu yetkiyi siyasi amaçlarını gerçekleştirmek isteyenlerin hizmetine verenlerin akıbetini görmek için tarihe biraz göz gezdirmek yeterlidir.
Mahkeme salonlarında yazılı olan “Adalet Mülkün Temelidir” sözü basit bir duvar yazısı, kulağa hoş geldiği için söylenmiş bir söz değildir. Adaletin yok edildiği, siyasi gücü elinde tutanların gücünü topluma dayatmak için hukuk sistemini araç haline getirdiği ülkelerin huzur ve barış içinde yaşaması, kalkınması ve hatta bir devlet olarak varlığını sürdürmesi güçtür.
Yargı eliyle siyaseti ve toplumu kendi arzularına göre düzenleme çabaları beyhudedir. Siyaset de toplumsal yaşam da kendi mecrası içinde akıp gider. Önüne setler kurmak, akışı değiştirmeye ya da yavaşlatmaya çalışmak kısa vadede işe yarar gibi görülse de sonu bellidir. Toplum önüne çıkan bu engelleri aşıp geçmeyi ve ilerlemeyi her zaman bilmiştir, yine bilecektir. Hukuksal içerikten yoksun, toplum nezdinde meşruiyeti olmayan, nasıl ve neden verildiği herkesin malumu olan hiçbir yargı kararı amaçladığı hedefe ulaşamamıştır.