Neredeyse yılın her günü, bir olgu ve olayla özdeşleşti; belki bir gün gelir, pazartesiler, salılar unutulur da o güne özgü bir olayla anılır günler; her güne ayrı bir isim, ilginç olurdu herhalde.

Babalar günü, anneler günü, emek günü, kadınlar günü; liste uzar gider, bir de son yıllarda sosyal medyadan eklenen günler ile yer kalmadı sayılır.

Modaları, geçici eğilimleri bir kenara bırakırsak, bazı günler, çoktan kalıcılaştı; yerlerini bir yıllık dilim içinde çoktan aldılar.

Günler yarışında klasikleşen günlerin de hep bir öyküsü var, bir öykünün ardında gelenekselleşen, neredeyse bütün dünya davranışlara etki eden bir ana fikir var.

Babalar günü de bir öykünün sonucudur; ‘Bir Amerikan İç Savaşı gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd, Anneler Günü gibi babaların da bir günü olması gerektiğini düşünmekteydi. Dodd'un babası annelerinin yokluğunda 6 çocuğunu tek başına büyütmüştü. Babasının doğum günü olan 5 Haziran'ın Babalar Günü ilan edilmesi için çalışmalara başlamış ama bu çalışmalar o tarihe yetişemeyerek kutlamalar haziran ayının üçüncü pazar gününe ertelenmiştir.[1]

Anneler günü de öyle; kökeni Antik Yunan’a kadar dayansa da çağdaş öykü, Anne Jarvis’in annesini kaybetmesine dayanıyor.

Emekçilerin günü ise; sekiz saatlik çalışma talebine, toplumsal bir talebi, toplum adına bir grup işçinin mücadelesinin sonunda ortaya çıkıyor.

Kadınların günü de, bu sefer işçi kadınların hakları için mücadele ederken öldürülmelerinin onurlu ve acı öyküsüne dayanıyor.

Tüm bu günlerin ortaya çıkışlarında çok temel bir iki duygu ve davranış şekli karşımızda duruyor; fedakarlık, acı ve mücadele.

***

İnsanın insan olma yolundaki hikâyede öne çıkan bu kavramlar ne kadar ilginç aslında. Günlük hayatın gerçekleri, günlük hayatın bir diğerini üzerine basarak yürüyen yaşam felsefesi, doğal seleksiyonun artık açık açık insanın hayatta kalabilmesinin yöntemi sayıldığı zamanlarda, fedakarlığın, fedakarlığa dayalı acının, insanın onurlu acısının ve mücadelesinin kutlanması da çelişki, ne yaman bir çelişkidir.

İnsan farkında olarak veya olmayarak, kendisinin öyküsünü fedakarlığın kahramanlığında yazmak istese de, nihai tatmini mücadelenin kaybedilse bile onurlu kazanımın da arasa da, kendi elleri yarattığı sistemlerin içinde yok olup gidiyor, geriye de sadece günler kalıyor.

***

İnsan türünün varoluşundan kaynaklanan koşulları göz önünde tutarsak, vermek, paylaşmak ve fedakarlık yapmak duygularının böylesine yaygın ve yoğun olması bizi şaşırtmaz. Asıl şaşırtıcı olan, bu büyük ihtiyacın nasıl bastırıldığı ve bireysel çıkarı öne alan endüstri toplumlarında dayanışma duygusunun nasıl ikinci plana itildiğidir.’[2]

 

[2] Sahip Olmak Ya Da Olmak, Erich Fromm, Arıtan Yayınevi, 1990