Barınma hakkını tanımlamak açısından konuya ilişkin mükemmel nitelikte bir eser olan David Madden ve Peter Marcuse “In Defense of Housing: The Politics of Crisis” adlı Türkçeye ‘de Aşırı Metalaşma Çağında Konutu Savunmak(İdealkent Yayınları, 2021) adı ile çevrilen kitabından alıntılarla ve kitabın derinlemesine bir incelemesini yapan Prof.Dr. Şerife Geniş’in (Adnan Menderes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü) kaleme aldığı Mülkiye Dergisinde yayımlanan “Barınma Hakkını Savunmak” başlıklı yazı ile aslında konutun ne olduğu, nasıl metalaştığına öncelikle bakmak gerekiyor.
Konutun Metalaşması
Sayın Şerife Geniş’in incelemesindeki şu nokta ile başlayalım: “Metalaşma ya da metalaştırma bir şeyin ekonomik değerinin onun tüm diğer kullanım biçimlerini ikincilleştirmesi sürecine
denir. Diğer bir deyişle, şeylerin değişim değerinin öncelikle kullanım değerinden ve diğer toplumsal kültürel ilişkilerden bağımsızlaşması, bir ekonomik yatırım ve kâr aracı haline gelmesi sürecidir metalaşma. Konutun metalaşması ve gayrimenkul haline gelmesi de, konuta dair tüm diğer değer yüklü iddiaların ikincilleştirilmesidir: Bunlar insan hakları üzerinden, ihtiyaç̧, gelenek, yasal teamül, konutun etik ve duygusal önemi gibi iddialar olabilir.”
Barınma hakkını, devletin konut politikası ile karıştırılabilecek biçimde ele almak konutun metalaştırılmasına, gayrimenkul olmasına sebebiyet vermektir veya David Madden ve Peter Marcuse ‘un ifadeleri ile konut sorunu “teknik” değil “politik” bir sorundur. Ekonomik sistem, kendi çarklarını döndürmek için insan dahil birçok alanı metalaştırırken, insanca yaşamın en temel unsurlarından birine de meta gözü ile bakmanın toplumsal sonuçları tam karşımızda durmaktadır.
Barınma Hakkı’na Kısa Bir Bakış
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin incelediği Yordanova ve Diğerleri v. Bulgaristan (25446/96) davasındaki olaylar Sofya varoşlarında 250 Roman’a ev sahipliği yapan Batalova Vodenitsa mahallesinde yaşayan 23 Bulgar vatandaşının başına gelenler üzerine kurulu. Bölgeye yerleşim 1960’lı ve 70’li yıllarda başlıyor, daha yakın dönemde 1990’larda da devam ediyor. Bölgedeki evlerin tümü derme çatma ve yasal izin olmadan yapılmış, kanalizasyon ya da suyu yok, bölgenin sakinleri iki ortak çeşmenin suyunu kullanıyorlar. Daha da ilginci, Romanların yerleştikleri araziler önce devlette, 1996 sonrasında ise Sofya Belediyesi’nin mülkiyetinde.
17 Eylül 2005’te, bölgenin belediye başkanı başvuru sahiplerinin zorla tahliye edilmesi talimatını vermiş. Söz konusu tahliye kararı mahkemeye yapılan başvuru nedeniyle durdurulmuş ancak Ocak 2006’da Sofya mahkemesi, tahliye emrinin yasal olduğuna karar vermiş ve bu karar, daha sonra Yüksek İdare Mahkemesi tarafından onaylanmış. Mayıs 2006’da Sofya Belediye Meclisi, başvuru sahiplerinin işgal ettiği mücavir alanın mülkiyetini özel bir yatırımcıya vermiş olması da, bizim gayet tanıdık olduğumuz bir durum. Minare çoktan çalınmış, kılıf çoktan dikilmiş.
Haziran 2006’da belediye yetkilileri, aralarında başvuru sahiplerinin de olduğu Batalova Vodenitsa’nın yasadışı sakinlerinin bir hafta içinde tahliye edilmesi ve evlerinin yıkılmasına ilişkin işlemlere başlayacaklarını bildiriyorlar.
Çoğunlukla Avrupa Parlamentosu üyelerinden gelen siyasi baskı sonucunda tahliye işlemi bir süreliğine yapılmıyor ancak belediye başkanı, bu yerleşimin sakinleri için alternatif barınma bulmanın mümkün olmadığını, çünkü bu kişilerin barınma ihtiyacı olanlar arasında kaydı bulunmadığını ve yıllardır bekleme listesinde olan diğerlerinin üzerinde bunlara öncelik tanınamayacağını kamuoyuna açıklamakla kalmıyor, tahliye emrinin yürürlüğe girmesi gerektiği hususunda ısrarlı oluyor. Depremde yaşadığımız hazin sona ne kadar benzer; halkın gidecek bir yeri olmaması gerçeği ise hiç tartışılmıyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, aslına bakılırsa bir malumun ilanı sözleşmesi, haklar en basit halleriyle tanımlanmış. Son yıllardaki birçok yaklaşımı eleştirilebilir olsa da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hukukun ne menem bir şey olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli, çünkü karınca yazısı ifade edilmiş hakları, ete kemiğe büründürmek konusunda önemli bir iş başardı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin içeriğinde doğrudan barınma hakkını tanımlayan bir hüküm yok ancak Mahkeme, Bulgaristan davasında hak temelli bir yaklaşım sergiliyor; Mahkeme, AİHS çerçevesinde başvuru sahiplerine barınma sağlama zorunluluğu olmadığı, ancak özellikle korunmasız/savunmasız kişilere barınma güvencesi yükümlülüğü konusunda istisnai davalarda 8. Maddeden, yani özel hayat kavramından hareket edilebileceği belirtiyor. Hatta yapılan işlemin yasal dayanağı olmasına karşın, yasal dayanağın hakkaniyete uygun olup olmadığının tartışmasını yürütüyor ve orada yaşayanlarının tahliyesinin idari makamlarca orantılı bir değerlendirmeye tabi tutulup tutulmadığını da inceleme altına alıyor.
AİHM kararında, ilgili yasa çerçevesinde belediye yetkililerinin, söz konusu yerleşimde yaşayanların olası tahliyesinin orantılı olmasına ya da çeşitli çıkarlar bulunduğunu değerlendirmeye gerek duymadıkları belirtilmiş. Kararda, AİHM’nin, orantılılık ilkesine uymayan yaklaşımın kendi içinde tartışmalı olduğunu saptadığı da yer almış.
Sonuç 8. Madenin ihlal, gerekçe özetle şöyle; …Konutla ilgili olanlar da dahil olmak üzere, sosyal veya ekonomik politikaların uygulanmasını içeren alanlarda… ulusal makamlar ilke olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptir… Öte yandan, yetkililere bırakılan takdir yetkisinin genişliği, söz konusu hakkın bireyin mahrem veya temel haklardan etkin bir şekilde yararlanması için çok önemli olduğu durumlarda daha dar olma eğiliminde olacaktır. 8. Madde, bireyin kimliği, kendi kaderini tayin hakkı, fiziksel ve ahlaki bütünlüğü, başkalarıyla ilişkilerinin sürdürülmesi ve toplumda yerleşik ve güvenli bir yer için merkezi öneme sahip haklar ile ilgili olduğundan, genel sosyal ve ekonomik politika mülahazaları bağlamında ortaya çıkmıştır… Bir kişinin evini kaybetmesi, 8. Madde kapsamındaki konutuna saygı hakkına yapılan müdahalenin en aşırı biçimi olduğundan, bu büyüklükte bir müdahale riski taşıyan herhangi bir kişi, ilke olarak, belirlenen tedbirin orantılılığını ve makullüğünü…”
AİHM kararına konu olay çok bildik bir tat, birilerinin daha fazla zengin olmasını sağlamak için insanların çok kötü koşullarda olsa bile yaşadıkları evden atma vicdansızlığını kabul ederek gelindi bu zamana.