…
Konutun Hiper-Metalaşması
Yeniden Şerife Geniş’in kitap hakkındaki yazısına dönelim; “Küreselleşme, tıpkı finansallaşmada olduğu gibi ve onunla bütünleşerek, konutun bir yaşam, barınma ve yeniden üretim alanı olarak kullanım değerinden bağımsızlaşmasına ve küresel birikim süreçlerinin bir halkası haline gelmesine neden olmaktadır. Sonuç̧, konutun hiper- metalaşmasıdır.”
İşte bizim ev dediğimiz, ister tek başına, ister ailemizle, arkadaşlarımızla paylaştığımız yaşam alanının geçirdiği evrim; ev ya ev, sadece ev.
Ve Konuta Yabancılaşma
Madde ve Marcuse’nin kitabında, işte bu evrimi geçiren evimize bakışımız, ruh halimiz şu şekilde tanımlanıyor; konuta yabancılaşma, “Konut krizi ile bireysel krizi birbirine bağlayan kavramdır, konuta yabancılaşma kavramı. Evini kaybeden ve evinden çıkmak zorunda bırakılan ya da her an atılma, evsiz kalma korkusu ile yaşayan kişiler ile yapılan görüşmeler yazarların bu iddialarını ete kemiğe büründürür.”
Yani neymiş, konu ev sahibi, kiracı, avukat, mahkeme değilmiş; SİSTEMmiş:
“İktidar mücadeleleri, kaynakların dağılımı, otonomi ve faillik gibi meselelerden ayrı düşünülmez: Geçmişte ve günümüzde işçi kampları, gettolar, işçi sınıfının merkezden dışlanması ve tecrit edilmesi, yoksulların evlerinin kasıtlı olarak yıkımı (domicide) ve sürülmeleri örneklerinde gördüğümüz gibi konut baskı, hâkimiyet ve eşitsizlik ilişkilerinin maddi temellerini sağlar.”
Neden dar gelirlinin alabileceği toplu konutlar şehir dışlarında inşa edilir de, kentin en güzel noktaları yüksek fiyattan üst gelir gruplarına satışa sunulur?
Neden yüzlerce gayrimenkule sahip bir kişi ile bir bilemedin iki evi olan bir kişi aynı potada eritilir?
Neden insanlar oturacakları evlerini kiralamak zorundadır?
Neden insanlar oturacakları evlerini bir mülk sahibinden kiralamak zorundadır?
Neden çok sayıda konut üretilmesine karşın konut sorunu yaşanmaktadır?
Neden, neden, neden?...
Birçok neden, nasıl sorusu var.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 25. Maddesi; “Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar."
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin 11. maddesi; “Bu Sözleşmeye taraf devletler herkesin, yeterli beslenme, giyim ve konut da dahil olmak üzere geliştirme hakkına sahip olduğunu kabul ederler.”
Anayasanın "Konut Hakkı" başlıklı 57. Maddesi; “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.”
Bunların hiçbiri birbirinden bağımsız değil; bu hakkı ortadan kaldıran, uygulanmasını engelleyen nedenler de birbirinden bağımsız değil.
“Konut alanında devlet eyleminin fiili motivasyonlarına baktığımızda temel amacın konut krizini çözmekten ziyade, verili politik ekonomik düzeni korumak ve sermaye birikim sürecini desteklemek olduğunu öne sürerler. Madden ve Marcuse’ye göre, eğer devlet gerçekten konut krizine çözüm bulmak isteseydi konut tarihi ve politikaları bugün olduğundan çok farklı olurdu. Oysa yapılanlar devletin çözüm üretmekten çok refah ve konut alanındaki radikal talep ve mücadeleleri etkisizleştirmeye çalıştığını, konutun demokratikleşmesi taleplerini sistemin sürekliliğini sağlayacak alanlara yönlendirecek müdahaleler yaptığını göstermektedir…
Konuta erişim hakkı 1948’den beridir Birleşmiş̧ Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nin temel maddelerinden biridir. Öte yandan bu hakkın somuttaki izdüşümleri zaman içinde ve ülkeden ülkeye değişse de, genel anlamda piyasacı kapitalist ekonominin öncelikleri içinde tanımlanmış̧ ve sınıflandırılmıştır. Toplumsal sınıflar ve gruplar arasındaki güç̧ ilişkilerinin değişen biçimlerine göre konutun metalaşması bazen genişlemiş̧ bazen de daralmış̧ ve konuta erişim hakkının somut biçimlerini belirlemiştir. Madden ve Marcuse herkes için yaşanabilir konut ve adil konut politikaları için mücadele eden toplumsal kesimlerin insan haklarının bir bileşeni olarak konuta erişim hakkı şiarını eleştirmezler; ama bu şiarın ancak ve ancak konutun metalaşmasına set çekecek ve bu süreci tersine çevirecek talepler ve eylemler ile gerçekleşebileceğini ısrarla vurgularlar. Piyasa mekanizması içinde, bir meta olarak daha çok konut üretilmesi konut sorununu çözmeyecektir.”
Son Söz Olarak
Uzun lafın kısası, devletle insanın sözleşmesi sadece felsefi bir durum değildir; hukuki, sosyal, psikolojik ve yaşamsal bir durumdur. İnsanın devletle yaptığı sözleşmenin metinleri gözümüzün önündedir; anayasa, insan hakları sözleşmeleri vb.
Bu kadar hayati bir yaklaşımı, bu kadar yaşamsal bir durumu, lütfetmeye, kapitalist, serbest piyasacı bakış açılarında çözmeye çalışmak, açlığın çözülemediği gibi, yoksulluğun çözülemediği gibi çözümsüz bir gerekçeler yığını yaratmaktan başka bir şey değildir.
Barınma bir haktır ve bizim hakkımızdır. Bu dünyada yaşayan her insanın, insani koşullarda barınma hakkı vardır.
Yaşamayı, düşünmeyi ve barınmayı dilenmeyeceğiz, o hak bizim ve bizde kalacak.
O hak için hiçbir koşula gerek yok ve olmayacak!
Son Sözü de, Maurizio Lazzarato söylesin;
“"Gerçek” ekonomi "ücretliler” olarak yönetilenleri (maaşların durdurulması, istikrarsızlaştırma vs.) ve sosyal hak sahiplerini (gelir aktarımının düşürülmesi, kamu hizmetlerinin, işsizlik ödeneklerinin ve öğrenci burslarının azaltılması vs.) fakirleştirirken, finans onları kredi ve hisselerle zenginleştirdiğini iddia eder. Doğrudan ya da dolaylı ücret artışı yoktur (emeklilik) ama tüketim kredisi ve tahvil piyasasına teşvik vardır (emeklilik sandığı ve özel sigorta); barınma hakkı yoktur ama gayrimenkul kredileri vardır; parasız eğitim hakkı yoktur ama eğitim masraflarını karşılamak için borç verilir; risklere karşı yardımlaşma yoktur (işsizlik, sağlık, emeklilik vs.) ama bireysel sigortalara yatırım vardır.” (Borçlandırılmış İnsanın İmali, Maurizio Lazzarato)